Âdem, adam oluyor

Adem ile yaklaşık 16 yıldır tanışıyoruz. Ama çok da öyle nitelikli bir birlikteliğimiz olmadı. Apartman komşumuz. Biz onların apartmana geldiğimizde, yani onlarla komşu olduğumuzda Adem küçücüktü. Şimdi Adem kocaman delikanlı ve artık o bir üniversiteli.

Zaman sürekli yeni yeni sahnelere çekiyor insanı.

 

Adem’le orta okul yıllarında iken, zaman zaman sohbetlere beraber gitmiştik. Ara sıra da gençlerle futbol maçlarına katıldık. O maç arasındaki küçük konuşmalar bile, ‘yangından mal kaçırmak’ gibi faydalı oluyordu. Bu küçük yaşlardaki sohbete gidiş gelişlerinin de boşuna olmadığını, adeta bir tarlaya tohum atmak gibi olduğunu şimdi anlıyorum. Yani onunla ilgili hep zaman zaman adımlar attık. Bazen alâka gördük, bazen de görmedik. Ama görevimizi kısmen yaptık düşüncesindeyim. İlgilinin akraba, dost ve komşu çocukları ve gençleri ile ilgili bir şeyler yapabileceği kanaati taşıyorum.

Adem’le, her zaman yapageldiğimiz en güzel şey ise, selamlaşmak oldu.

– “Selâmün aleyküm hocam…”

– “Aleyküm selâm Adem…” O kadar.

Ama bu da az bir şey değil. Yani ben biliyorum ki bu selâmın altında, ‘Hocam ben sana güveniyorum’ var. Tabiî aynı güven cümlelerini ben de onun için kullanıyorum. Zaten selâmımızın, orijinal olması, aramızdaki samimiyetin sonucu. Çünkü önceleri ‘merhaba, merhaba’ şeklinde veya baş sallayarak selâm verirken, sonrasında selâm ifadesi ve hatta telaffuzu epeyce gelişti.

Şimdilerde, Adem, Kıbrıs’ta bir üniversitede ikinci sınıfa gidiyor. Tabiî üniversiteye gidince Adem’in bize, bizim Adem’e bakışımız değişti. Artık selâm kelâmla tanıştı. Üniversiteli olmak böyle bir şey işte.

İnsanın kendini, hayatı, olayları sorgulama dönemi…

Şimdilerde Adem’le konuşacağımız onlarca konu var. Küçük bir soru saatlerce konuşmaya dönüşüyor. “Okul nasıl gidiyor Adem?”, “Hocalarla anlaşabiliyor musunuz?”, “Ya dersler?”…

Geçen dönem, Adem’in epeyce zayıfı vardı, bu yaz, yaz okuluna gitti.

Okulda arkadaşlarıyla pek çok konularda konuşmalar yapmışlar. Tabiî Adem, üniversiteye gidip, arkadaşlarının konuştuğu konuları, konuşma biçimlerini, kullandıkları kavramları görmeyinceye kadar bu işin ciddiyetini bilmiyordu. Ama şimdilerde Adem’in kafasında pek çok sorular geziyor.

Tabi evinden uzaklarda, yeni bir çevre, yeni insanlar, yeni toplum…

Geçenlerde mahalle mescidinin hocasıyla siyasî bir konuyu müzakere ederken, Adem de balkondan bizi izlemiş. Konunun dini ve bizim de konu ile ilgili olduğumuzu görünce, bilince, Adem hemen aşağıya inmiş.

İmam efendi ile olan bitmeyecek konuşmalarımıza ara verince, Adem, “Hocam sizinle birkaç konu var, konuşabilir miyiz?” dedi.

Ben de, ‘Neden olmasın komşum?’ dedim ve biraz lafladık.

“Hocam, malum ben Kıbrıs’ta okuyorum. Bu yaz okulunda arkadaşlar bana epeyce kafamı karıştıran dini sorular sordular. Onların sorularından çok şeyler okudukları anlaşılıyorken, benim onlara vereceğim cevabın olmaması benim okumadığımı gösteriyordu. Adeta durum karşısında kahroldum. Kendi kendime, ‘Sen ne biçim Müslümansın ki, dininle ilgili sorulan sorulara verecek hiçbir cevabın yok. Böyle mi çıkacaksın Allah’ın huzuruna? Utanmıyor musun? Okumuş insan olmak bu mu?’ gibi pek çok cümlelerle vicdanî azap içerisinde kaldım. Bu güne kadar neden kendimi yetiştirmediğime ve neden kitaplardan istifade etmediğime hayıflandım. Sizi aşağıda tartışır görünce hemen atlayıp, konu ile ilgili sizinle konuşabileceğimi düşündüm.”

Evet, Adem’i, üniversiteli arkadaşları ciddice sarsmışlar.

Maddi durumları iyi olan Adem, belki bugüne kadar okumaya ve kitaplara çok fazla ihtiyaç duymadı. Ortaokul ve liseyi evinden okula, okuldan eve şeklinde geçiren Adem, şimdilerde evden çok uzaklarda, hayatın farklı yüzleriyle karşılaştı.

Güzel olan şu idi ki, Adem, her ne kadar kitaplar okumamış olsa da, imanlı bir aile yapısı içerisinde hayatı şekillenmiş, kimliği böylece oluşmuştu. Onun için kendini dine hep yakın hissetmişti.

Adem’e sorulan sorular çok yeni değil.

“Namaz Kur’ân’da geçiyor mu?”, “Peygamberin sünnetlerine sonradan müdahale edilmiş mi? Müdahale edilmişse, o zaman onların doğru olduklarını nasıl anlayacağız?” gibi bilindik ve cevabına kolay ulaşılabilecek türden sorular.

Ama Adem’de bunlara verecek cevaplar da yok.

Hiç vakit kaybetmeden, hemen adım attık. Yeni aldığım, ama henüz okumadığım, “Gençlik, ibadet ve namaz” isimli kitabı, Adem’e verdim ve “Bir iki gün içinde oku, üzerinde sonra konuşalım” dedim.

Adem’e sorulan soruların cevaplarının bir kısmı bu kitapta yer alıyordu. Tabiî konuyu ayaküstü konuşmaktan ziyade, kalıcı bilgi haline gelebilmesi ve daha etkili olabilmesi için kendisinin okumasının daha önemli olacağını düşündük.

Tabiî Adem’le epeyce bir özeleştiri yaptık. Dini konularla ilgili kendimizi yetiştirmediğimiz, kitaplar okumadığımız anlaşılıyordu. Geç de olsa “Bismillah” dedik Adem’le. Belki şimdi tam komşu olabildik.

Adem’le her haftaya bir kitap üzerinde anlaştık. Kitapların tek tek üzerinde de konuşmalar yaptık. Neden, nereden başlamak gerektiği üzerinde hem fikir olduk.

Yani bazen sizin çok şeyler anlatmanız yetmiyor. İlgilinin konuyla ilgili hayatta örnekler görmesi, onu uyandıran bir unsur olacaktır. Böylece aile hayatının da, sosyal hayatın da, siyasî hayatın da kendine göre bireye verdiği dersler oluyor.

Artık Adem, “genç okurlar” listemizdeki muhteşem yerini aldı.

İnşâallah bunun arkası gelecektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*