Adem Aleyhisselam

İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Adem Aleyhisselam, yaratılmadan önce, bugün görüp müşahede ettiğimiz canlı-cansız bütün mahlukat yaratıldı. Dünyada, bir insanın yaşayabilmesi için gerekli olan her şey vücuda getirildikten sonra, ilk insan yaratıldı. Yani, arzın halifesi olarak yaratılacak olan insan için, ortam her açıdan hazır hale getirildi. Son olarak da Hz. Adem, Cenab-ı Allah tarafından yaratıldı.

Daha önce, yeryüzünün imarını üstlenmek ve diğer varlıklar üzerinde bir nevi amirlik vazifesi ile tavzif edilen cinler, bu görevi hakkıyla yerine getirmedikleri gibi, yeryüzünü fesada vererek zulme sebep oldular. Birbirlerini öldürdüler. Yaptıkları kötülükler, iyiliklerini fersah fersah geride bırakınca, Allah tarafından bu vazifeden azledildiler. İlahi kudret, onların yerine yeni bir mahluk yarattı: İnsan.

Allah, Adem Aleyhisselamı yarattıktan sonra, meleklere, secde etmelerini emretti. Bu secde, ibadeti ihtiva eden bir secde değil, saygıyı ve biatı ihtiva eden bir mahiyet arz etmektedir. Çünkü, ibadet anlamına gelen secde sadece ve sadece Allah’a karşı yapılır. Başkası için yapılan secde sahibini küfre götürür. İlahi emre bütün melekler itirazsız uydukları halde, İblis karşı çıktı. Kendisinin ateşten, Adem’in (as) ise topraktan yaratıldığını, dolayısıyla kendisinin daha üstün olduğunu iddia ederek emre uymadı. Bu hareketi, lanetlenmesine ve Allah’ın rahmetinden uzaklaşmasına sebep oldu.

Adem Aleyhisselamdan dolayı, İlahi rahmetten olan İblis, Adem ve oğullarından intikam alarak onları doğru yoldan ayırmak maksadıyla kıyamete kadar mühlet istedi ve Allah da ona izin verdi. Böylece insan ve iblis mücadelesi başlamış oldu. Bu, aynı zamanda bir müsabaka meydanı olan dünya hayatının hikmetinin gereği idi. Bu müsabaka sonunda elmas ruhlular ile kömür ruhlular ayrılacak, sağlamlar ile çürükler birbirinden ayırt edilecekti.

Cenab-ı Hak, kudretiyle önemsiz olan topraktan kamil bir insan yarattı. Kendisine ve soyuna ihsan ettiği üstün meziyetleri sayesinde arzın halifesi olma imkanını sağladı. Diğer varlıkları da insanoğlunun hizmetine verdi. Meleklerin, Adem Aleyhisselama secde ettirilmeleri, dolayısıyla daha üstün ve onların saygısına layık bir mertebede yaratılmış bulunduğunu göstermektedir. Bu büyük şeref sadece Adem Aleyhisselama münhasır kalmayıp, bütün insanlığa şamildir.

İnsanın melekten üstün olmasının temelinde, Cenab-ı Hakkın kendisine vermiş bulunduğu bilgi gücü yatmaktadır. Adem’e (as) bütün isimler öğretildikten sonra, önce bunların isimlerini meleklerden sordu. Melekler, “Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın” karşılığını verdiler. Bundan sonra Hazret-i Adem, isimleri bildirmeye başladı. Bu aynı zamanda kendisine ihsan edilen ilk ve en büyük mucizesi idi. Meleklerin bilmediği şeyler hakkında, ilk peygamber bilgilendirilmişti. İnsanı melekten üstün kılan bilginin ve ilmin önemi ortaya çıktı.

Kur’an-ı Kerim’de zikredilen söz konusu bu mucize ile aynı zamanda insanoğluna da önemli bir mesaj verildi. Meleklere karşı hilafet davasında, atalarının üstünlüğü sağlandığı gibi, kendisinin varisi ve evladı olan insanlara, kainatta dercedilmiş bulunan ilim ve marifeti öğrenerek, üstlenmiş bulundukları büyük vazifeye layık olduklarını gösterme fırsatı verildi ve aynı zamanda yol gösterildi. Kainat içinde bütün mahlukatın üstünde bir makama yükselmek için, her şey musahhar edildiği gibi bu yüce mertebeye çıkmak için yolun açık olduğu gösterildi. İlahi hikmetin gereklerini yerine getirdikten sonra, tabiat bataklığına saplanmadan, semavatta yükselmek için, fenleri terakkiye basamak yapma imkanı sağlandı. Fen ilimleri vasıtasıyla, kainata yerleştirilmiş bulunan İlahi Kanunları öğrenmek ve bunlarla amel ederek yükselmek, sadece insanlara ihsan edilen bir nimettir. Bu nimet vasıtasıyla meleklerin üstünde bir makama yükselme, verilen nimetlere de en güzel şekilde şükür vazifesini ifa etme imkanı sağlandı. (Sözler, s. 238)

Hazret-i Adem’in (as), “isimlerin talimi” mucizesi sanatın esaslarıyla beraber, ilim ve fenlerdeki harikalarla kemalatın özünü teşkil etmekte, bu alanda yapılabileceklerin özünü vererek teşvik etmektedir. (Sözler, s. 239)

Adem Aleyhisselamın yalnızlıktan kurtarılması, insan neslinin çoğalması için, hayat arkadaşı olarak Havva yaratıldı. Daha sonra çift, İlahi bir lütufla cennete kondu. Hazret-i Adem, Allah’ın emri gereği cennette bazı melekleri ziyaret ederek kendilerine selam verdi ve onlarda karşılık verdiler. Bundan sonra müminlerin selamlaşması bir şiar haline geldi. İnsanlar arasında sıcak duyguların uyanmasına, aradaki sevgi ve saygının pekişmesine ve daha bir çok müspet gelişmeye sebep olan selam, İslam dini mucibince verilmesi sünnet, alınması farz haline geldi.

Cennetin bütün nimetlerinden faydalanmalarına izin verilen çifte, sadece bir ağaca yaklaşmaları yasak edildi. Bu İlahi yasağa uydukları sürece cennette kalacaklar, uymadıkları takdirde cennet nimetinden mahrum kalacaklardı. Aslında, onların cennete konmaları ebediyen değil, geçici bir süre içindi. Bir hikmete binaen de her şey serbest bırakıldığı halde sadece, bir ağaçtan istifade etmeleri yasak edilmişti. Şeytan, onları kandırmak için, “… Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedi kalanlardan olursunuz diye yasakladı” (A’raf, 20) telkininde bulundu. İblis, onları kandırmak için ısrarla telkinde bulunmaya devam etti. Hazret-i Adem ile Havva’yı gaflete düşürdü. İblisin ebedi düşmanları olduğunu unutarak, yasak ağaçtan yediler. “Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nida etti.”(A’raf, 22)

Şeytanın gayesi, onları ebediyyen Allah’ın rahmetinden mahrum bırakmaktı. Ancak, büyük bir hata yaptıklarını anlayan çift, hemen tövbe ettiler. Samimi bir şekilde yapılan tövbe, İblis’in planını bozdu. Çünkü o, böyle bir şey beklemiyordu. Daha sonra cenneten çıkarılan çift yeryüzüne gönderildi. Artık şeytan ile insan arasındaki büyük mücadele dünyada başlamış oldu. Cennetten çıkarılma hadisesi, ebediyen mahrum bırakma değil, imtihan sırrına binaen, insanoğluna yüklenen büyük vazifenin gereği idi. Yasak ağaçtan yeme olayı tesadüfi olmayıp, Allah’ın takdiri ve kaderin bir hükmü idi. Bu olay aynı zamanda, insanoğlunun ezeli düşmanı olan şeytanın nelere sebep olabileceğine dair büyük bir ikaz idi.

Hazreti Adem’in (as) cennetten ihracı ve bir kısım insanların cehenneme girmelerinin, hikmetinin ne olduğuna dair soruya, Risale-i Nur’da şu cevap verilmiştir: “Hikmeti, tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki, bütün terakkiyât-ı mâneviye-i beşeriyenin ve bütün istidâdât-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve mahiyet-i insaniyenin bütün esmâ-i İlâhiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin netâicindendir. Eğer Hazret-i Adem Cennette kalsaydı, melek gibi makamı sabit kalırdı; istidâdât-ı beşeriye inkişaf etmezdi. Halbuki, yeknesak makam sahibi olan melâikeler çoktur; o tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlâhiye, nihayetsiz makamâtı kat edecek olan insanın istidadına muvafık bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için, melâikelerin aksine olarak, muktezâ-yı fıtratları olan malûm günahla Cennetten ihraç edildi.” (Mektubat, s. 46)

Şeytanların yaratılması ve insanlara musallat edilmelerindeki hikmet ve şeytanların yaratılma işinin şer olup olmadığı konusundaki soruya da Risale-i Nur’da aydınlatıcı ve ikna edici cevaplar verilmektedir. Şeytanların halk edilmesi konusunda neticeye dikkat çekilir. Kötü olan yaratma olayı değil, insanın kendi iradesi ile o fiili işlemesidir. Mesela ateşin halkında bir çok fayda vardır ve hayırlıdır. Ancak, birileri kötü işlerde kullanıp, can ve mala zarar verdiklerinde, ateşin kötü olduğuna hükmedilemez. Bir diğer husus da, bazı büyük kazanımlar için, bir kısım kayıpların göze alınması gerekir. Savaş halinde bazı sıkıntılara katlanıp, nöbet tutulur, bir çok zorluğa göğüs gerilir. Böylece vatan düşman istilasından kurtarılır. Vatanın kurtarılması sırasında meydana gelen kayıplar, fazla dikkate alınmaz. Kangren olmuş parmağın kesilmesi zahiren kötü görünse bile, bedenin kurtarılması göz önüne alındığında daha hayırlı olduğu hemen anlaşılır. Parmak kesilmediği takdirde daha büyük bir felakete sebep olur.

İşte, bu sebepledir ki, şeytanların musallat edilmeleri ile insanlarda büyük terakkiyat meydana gelir. Meleklere musallat olmadıkları için makamları sabittir ve ilerlemezler. İnsandaki mertebeler hem ilerleme hem de gerilemede sınırsızdır. Bu yüzdendir ki, “Nemrutlardan, Firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var”. Böylece imtihan yeri olan bu dünyada kömür ruhlularla elmas ruhlular tefrik edilir. “Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidatlar beraber kalacaktı. Âlâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i sâfilîndeki Ebu Cehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.” (Mektubat, 47-48)

Cenab-ı Hak, Adem Aleyhisselam’a insanlığa baba olma lütfunda bulunduğu gibi, kendi nesline ilk peygamber olmayı da bahşetti. Bu vazifeyi vefatına kadar devam ettirdi. Kendisine on sahife indirildi. Rivayetlere göre bin yıl gibi uzun hayat sürdü. Oğulları tarafından Ebu Kubeys Dağı’na defnedildi. İki sene sonra Havva annemiz de vefat etti. Hazreti Adem’in yanına defnedildi.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*