[Birkaç defa beraet kazanan Risale-i Nur’un birkaç vilâyette haksız müsaderesine dair, Nurun yüksek bir talebesinin mahkemesindeki müdafaasından bir parçadır.]
Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi Yüksek Makamına
Mahkeme-i âdilenizin huzuruna çıkmaktan fevkalâde memnunum.
Âdil mahkemeler; Kâinat Hâlıkının Hak isminin, Âdil isminin ve daha çok esma-i İlâhiyenin tecelligâhıdır. Hak namına hükmeden, Âdil-i Mutlak hesabına adalet eden ve hakikî, İslâmî bir adalet olan kürsî-i muallâ ne yüksektir, ne mübecceldir. Hak tanımaz mağrur zalimleri huzurunda serfüru ettiren, haksızları hakkı teslime icbar eden âdil mahkemeler, en yüksek tebcile ve en âlî ihtirama sezadırlar.
Zulüm ve gadirle hukuku ihlâl edilmiş, haysiyet ve şerefi payimal edilmiş mazlûmların huzurunda ahz-ı mevki ile tazallüm-ü hâl eden bîçarelerin şu dünya-i fânîde ihkak-ı hak için mesned-i re’sleri, mahkemelerdir. Şu halde, ne şerefbahş bir taht-ı âlîdir ki; mazlûmlara melce’ ve penah, zalimlere de hüsran ve tebah oluyor.
İnsanların ebrarını da, eşrarını da cem’ eden huzur-u mehâkim, öyle korkulacak bir yer değildir; belki muhabbete, hürmete lâyıktır.
Sultanlarla köleleri, asilzadeler ile âhâd-ı nâsı müsavi tutan şu makam, saltanattan da mübecceldir. Husûsiyle, bütün âlem-i insaniyete devirlerin, asırların akışı boyunca adalet dersini veren İslâm mahkemeleri; akvam-ı sairenin engizisyonlarına mukabil, adalet nurunu bîçare beşerin kara sahifesine haşmetle aksettirmiştir. Adliye ve adalet tarihimiz, bunun binlerle misaline şahittir.
Ezcümle, bu mübarek, adaletli mahkemenin huzurunda iftiharla arz etmek isterim ki, meşhur İslâm seyyahı ve tarihçisi Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde diyor ki:
“İlk İstanbul kadısı (hâkimi) olan Hızır Bey Çelebi’nin huzurunda, haşmetli padişah Fatih ile bir Rum mimarı arasında şöyle bir muhakeme cereyan eder:
“Büyük bir abidenin inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Fatih, bir Rum mimarına teslim eder. Mimar da, Fatih’in arzusunun hilâfına olarak, bu sütunları üçer arşın kesip kısaltır. Fatih, cezaen Rum mimarının elini kestirir. Rum mimarı da, Fatih aleyhine dâvâ açar. Bunun üzerine mahkemeye celb edilen Büyük Padişah, baş köşeye geçmek istemiş. Birdenbire hâkimin şu ihtarıyla karşılaşmış: ‘Oturma Beyim! Hasmınla mürafaa-i şer’î olacaksın; ayakta beraber dur!’
“Hızır Bey Çelebi, bu koca şanlı padişah-ı maznuna, haksız el kestirdiği için, kendisinin de kısasa tâbi olduğunu ve elinin kesileceğini bildirir.
“Fakat, mimar kısası istemediği için, Büyük Fatih, günde on altın tazminata mahkûm olur; ve hatta kısastan kurtulduğu için, bu tazminatı kendiliğinden yirmi altına çıkarır.”
İslâm mahkemesinin adaletinin şanlı misallerinden biri olan şu misal, bize en haşmetli hükümdarlarla en âciz fertlerin huzur-u mehâkimde müsavi olduğunu gösteriyor.
(Mehmed Kayalar’ın müdafaasından)
İşaratü’l-İ’caz, s. 317-318
LÛGATÇE:
âhâd-ı nâs: Avam tabakası, sıradan kimseler.
ahz-ı mevki: Mevki alma.
akvam-ı saire: Diğer milletler.
ebrar: İyiler.
eşrar: Kötüler.
huzur-u mehâkim: Mahkemelerin huzuru.
ihkak-ı hak: Hakkını alma.
mesned-i re’s: Başvuru makamı.
müsavi: Eşit.
penah: Sığınılacak yer.
taht-ı âlî: Yüce taht.
tazallüm-ü hâl etmek: Hâli şikâyet etmek.
tebah: Yıkılma, harap olma.
tebcil: Saygı gösterme.
tecelligâh: Tecelli ettiği, belirdiği yer.
ezcümle: Bu cümleden olarak.
hasm: Karşı taraf, dâvâ eden.
huzur-u mehâkim: Mahkemelerin huzuru.
kısas: İşlenen suçun aynısıyla cezalandırılma.
muhakeme: Yargılama.
mürafaa-i şer’î: Şeriata göre yargılanma.
müsavi: Eşit.
padişah-ı maznun: Sanık olan padişah.
Benzer konuda makaleler:
- Hızır Bey Çelebi (1407?-1458)
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da
- Çağının hükümdarlığından, çağ açan Fatih olma yoluna giden sır
- Mehmet Kutlular: Şahsa değil sisteme bağlıyız
- Ezanı aslına çevirmek, demokratların ilk icraatı oldu
- Risale-i Nur eserleri açısından “fikrî hak” kavramı
- Mehmet Kutlular: Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti