
Yaşlı adam, gurbettedir. Kimsesizdir. Hiçbir dünyalık malı, mülkü, evlâdı, iyâli yoktur. Üstelik, hiçbir suçu olmadığı halde hapse atılmış, her türlü insânî haklarından mahrum edilmiştir. Ama, bir gün olsun, kendisi için ne endişe etmiş, ne üzülmüş, ne de ağlamıştır. Çelik gibi iradesi, kaya gibi metaneti, Hz. Eyyub (as) gibi sabrı vardır. Ama o adam, şimdi bir çocuk gibi ağlamakta, gözyaşları dökmektedir. Yanına gelip, neden ağladığını soranlara ve kendisini teselli etmek isteyenlere de, “Beni yalnız bırakınız, gidiniz” diyerek, yanından uzaklaştırır. Bir müddet kalbindeki hüzün ve gözündeki yaş ile başbaşa kalır.
Yaşlı adam, gençlerin görmediğini gördüğü için, onların bilmediklerini bildiği için ve onların anlamadıklarını anladığı için ağlamaktadır. Sanki demir parmaklıklar arkasında bir sinema perdesi kurulmuş, gençlerin geleceği perdeye aktarılmıştı. Yaşlı adam da şimdiki gençlerin elli sene sonraki hâllerini bu perdeden seyretmektedir. Gördükleri ise, gerçekten hüzün verici ve ağlatıcı sahnelerdir.
İstikbal sinemasının ibret sahnelerinde neler gördüğünü kendi ifadesinden okuyalım: “Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar, kat’î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım.”
“Bilmek ağlatır, bilmemek aldatır.” Eskişehir hapishanesinin demir parmaklıkları arkasından bakıp, elli sene sonrasını gören, bunu da “Kat’î müşahede ettim” diyerek gördüklerinin hayal değil hakikat olduğunu ifade eden Bediüzzaman Hazretleri, bildiklerine ve anladıklarına ağlamaktadır.
Peygamber Efendimiz (asm), “Benim bildiklerimi siz bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyuruyor. Allah’ın dostu, Habibi, kâinatın yaratılış vesilesi, insanların en üstünü, Kur’ân’ın methettiği, meleklerin gıpta ettiği birisi, hayatta kahkaha ile gülmemiş, hep tebessüm etmiş ama yüzünde tatlı bir hüzün halini de hiç eksik etmemiştir. Demek ki insanın gülmek için pek az sebebi varken, ağlamak için çok sebebi vardır. Bunu ancak bilenler anlar, onun için de anlayanlar ağlar.
Hayatta kahkahayla gülen insanlar çok olduğu gibi, hüngür hüngür ağlayanlar da çoktur. Kız arkadaşı kendini terk ettiği için ağlayan gençlere, işini kaybettiği için ağlayan orta yaşlılara, bir kaza veya tabiî âfet sonucu malını ve parasını kaybeden ihtiyarlara sık sık rastlarız. Halbuki, gözyaşları bu kadar değersiz şeyler için akıtılmayacak kadar kıymetlidir. Bu gözyaşları, Allah yolunda dökülürse, kalp ve gönül kirlerini yıkamak için sarf edilirse, Cehennem ateşini söndürmek için akıtılırsa, o zaman ağlamanın bir anlamı olur. Bu gözyaşlarının her damlası, Allah katında çok değerli bir inci gibidir. Allah için ağlayanlara melekler şöyle duâ ederler: “Allahım, ağlayanı ağlamayana şefaatçi kıl.”
Nefis ve dünya hesabına ağlayanların gözyaşları ise, geçersiz akçe gibi kıymetsizdir. Hiç kimsenin işine yaramaz, ağlayana da bir şey kazandırmaz. Onların ağlamaları, çocukların kırılan bir oyuncak için ağlamalarından farksızdır.

Benzer konuda makaleler:
- Gözyaşının gözünü seveyim
- Lise mektebinde gülerek raksedenler…
- Demir mu’cizesi
- Lise talebelerinin Beşinci Şuâ merakı
- Ağabeyimiz Halil Demir Hakk’a yürüdü
- Eyüpsultan gençliği
- Dördüncü Söz’de tefsir edilen iki âyet hangileridir?
- Bir Cumhuriyet Bayramından…
- Dördüncü Söz’e delil olan âyetler
- Ateşte yanan genç kızlar

Okur-Yazar (Hem okur, hem yazar, şiir yazar, makale yazar, anı yazar, roman yazar…)
İlk yorum yapan olun