Ahireti araştırmak!

Siz hiç ahireti araştırdınız mı veya araştırmayı düşündünüz mü?

“Bu da ne demek?” dediğinizi duyar gibiyim.

Ahiret hayatı zaten vardır, değil mi? Ona inanırız. Hatta Bediüzzaman’ın, “Madem dünya var, öyleyse ahiret de var!” kesinliğinde, ‘gözle görür derecesinde’ öldükten sonra dirilişi ve ölüm ötesi hayatı aklen ispat ettiği Haşir Risalesi’ni de okumuşsak (bir defa okumak yetmez; Bediüzzaman kendisi 500 defa okuduğunu söylüyor), şüphesiz daha da mutmainizdir bu konuda.

Fakat bizim söz ettiğimiz “ahiret araştırması” farklı bir husus. Bu biraz da maddî bir araştırma. Nasıl mı? İlgili haberi takip edelim:

“ABD’nin önde gelen üniversitelerinden California Üniversitesi (UCR), ahiret hayatını araştırmak için 5 milyon dolar fon aldı.

“Üniversitenin internet sitesinde yapılan açıklamaya göre bu para cennet, cehennem, araf gibi konuların araştırılması için kullanılacak. Üç yıl sürecek araştırmanın başında üniversitenin seçkin felsefe profesörlerinden John Martin Fischer bulunuyor.

“Fischer yaptığı açıklamada, ‘Ölüme yaklaşma deneyimi ve benzer olayları belgelendirme, bunların ölüm sonrası hakkında mantıklı ipuçları mı yoksa biyolojik açıklamaları olan yanılsamalar mı olduğunu çözme konusunda çok dikkatli olacağız’ dedi.

“Bilimsellikten kesinlikle uzaklaşmayacaklarını da ifade eden Fischer, ‘Uzaylılarca kaçırıldıklarını iddia eden kişileri incelemek için para harcamayacağız’ diye konuştu.

“Fischer, bilim insanları, filozoflar ve teologlardan araştırma önerileri kabul edeceklerini belirterek, proje kapsamında ‘Ölümden sonra hayat sıkıcı mıdır?’, ‘Ölüm hayatı anlamlandırır mı?’, ‘Eğer ölemeyeceğimizi bilirsek cesaret gibi erdemlere sahip olabilir miyiz?’ gibi sorulara cevap aranacağını ifade etti.

“Fischer’a John Templeton Vakfı tarafından verilen bu fon, UCR’daki bir sosyal bilimler profesörüne bugüne kadar verilmiş en büyük meblâğ. Üç yılın sonunda Fischer, araştırma sonuçlarını Oxford University Press’ten çıkacak, ‘Ölümsüzlük ve Ölümün Anlamı’ isimli kitapta toplayacak.” (Vatan gazetesi, 3.8.12)

İlginç, değil mi? Artık bilim dünyası, gözle göremediği, fakat inkâr da edemediği gerçeklere eğilme peşinde. Aslında insanoğlunun “ölüm” ve “ölüm ötesini” sorgulaması çok normal… Çünkü insanlık yaratılalı beri kendisiyle birlikte var olan ve bir bakıma “insanın en büyük meselesi” olan bir gerçektir ölüm. Dolayısıyla bu ‘en yalın gerçek’, sorgulanmayı, mahiyeti araştırılmayı en çok hak eden bir konudur.

Bediüzzaman, “ölüm”ün insanlığın en büyük meselesi olduğu gerçeğini bakın nasıl dile getirmiş:

“Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Elbette bu ecel cellâdının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve herşeyin fevkinde bir endişesi, bir meselesidir.”

Evet, insanın en büyük meselesi ve endişesi, bu “ecel celladının elinden kurtulmak”tır! Zira, ölümün her şeyin sonu ve bir yokluk olduğu düşüncesi, insanı gerçekten yiyip bitiren bir husus. Tarih boyunca “ölümsüzlük” arayışının olması da bunun bir göstergesi.

Dolayısıyla Amerikalı bilim adamlarının bu arayışları yeni değil aslında. Sadece, insanoğlunun çağlar boyunca yaptığının, şimdi de “bilimsellik” perdesinde yapılan “modern” bir versiyonu.

Ne var ki, bilim ısrarla gerçekleri “gözüyle görmek” istiyor. Göremediğine “bilim” demiyor. Halbuki bu haliyle, insanı sadece “aklına” hapsetmekle kalmıyor, bir de aklını gözüne indiriyor. Fischer’in ‘bilimsellikten kesinlikle uzaklaşmayacakları’ türünden kaygı ifadelerini dile getirmesi de, aslında günümüz hâkim bilim anlayışının bu gereksiz kendini sınırlandırma çabasının bir yansıması.

Geçtiğimiz Ramazan ayının Kadir Gecesi arefesinde okuduğum yukarıdaki haber, bana Said Nursî’nin yine bir Ramazan ayı Kadir Gecesinde “Kalbime ihtar edilen bir mesele-i mühimme” başlığıyla yazdığı bir mektubu hatırlattı. Bediüzzaman, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kaleme aldığı bu mektubunda, sözkonusu savaşın da etkisiyle büyük bir buhran ve manevî arayış içerisine girmiş dünya insanlığının, artık dünyevî hayatın büsbütün faniliğini, aldatıcılığını anlayarak “bütün kuvvetiyle sonsuz bir hayatı” aradığını yazmakta. İlginçtir ki, bugün “ahireti (ölümsüzlüğü) araştırdıklarını” söyleyen Amerikalı bilim adamlarını da hatırlatırcasına, mektupta Amerika’ya da atıfta bulunularak şöyle denilmiş:

“…elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki, Şimâlde, Garbda, Amerika’da emâreleri göründüğüne binâen, nev-i beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak…” (Sözler, On Üçüncü Sözün İkinci Makamının Zeyli)

Evet, zaman Bediüzzaman’ı haklı çıkardı. Amerika o gün aradığı gibi, bugün de arıyor âhireti, hayat-ı ebediyeyi. Onunla beraber başta Avrupa kıt’ası olmak üzere, bütün dünya ülkeleri ve insanlığı da aynı ‘hakikati’ arıyor. Aslında beşer, “din-i fıtrî” olarak ifade edilen, kendi yaratılışına uygun, başta ‘sonsuz bir hayat’ olmak üzere bütün manevî ihtiyaçlarına ve yaralarına merhem olacak olan “fıtrat dini İslâmı” arıyor.

Ve inşaallah da bulacak. Bu müjdeyi, aynı mektubun sonunda Bediüzzaman da veriyor:

“Elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.”  (A.g.e.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*