‘Ahirzamanın dehşetli şahıslarına siyasetle galebe edilmez’

Image
Bediüzzaman, küçük yaşında iken tasavvur ettiği ve hayatını o yolda feda etmeye azmettiği ve hayatının bir gayesi ve neticesi olarak kabul ettiği âlem-i İslâmda büyük bir intibah ve inkişaf emeliyle Ankara'ya gelmişti. Daha meşrûtiyetin îlânından evvel, İstanbul'a gelmeden, Şarkî Anadolu'da, yüzlerce ehl-i ilim ve erbâb-ı fazîlet kimselerle mübâheseleri ve İstanbul'da birdenbire meydana çıkarak, ulemayı hayrete sevk etmesi ve ehl-i siyaseti telâşa düşürmesi, rûhunda büyük bir İslâmî inkılâbın müessisi halinin mevcud olduğunu gösteriyordu.

Ve kendisi, daha eskiden rûhunda bu vazifenin mes'uliyetini, hem şevk ve sürûrunu hissetmişti.
 
 (…)

Abbasileri müteâkiben, âlem-i İslâm içinde İslâmî idareyi ele alan Türklerin bin senelik muazzam idaresinden ve hilâfet sürmelerinden sonra, bütün dünyayı dehşete veren bir harb-i umûmî meydana gelmiş, Osmanlı Devleti inkıraz bulmuş, İslâmın ebedî düşmanları, merkez-i hükûmeti istila ederek, Müslümanlığın mahvolduğu kanaatine varmışlardı. İşte, Bediüzzaman, İlâhî kudretin tecellîsiyle ve ihsanıyla, böyle en elzem bir vakitte, dîne revaç verebilecek bir teşekkülün zuhuru dolayısıyla ve kendisi de beraber çalışmak ümidiyle Ankara'ya gelmişti. Avn-i İlâhî ve mu'cize-i Peygamberî ile düşman taarruzlarını defeden ve milletin idaresinin başına geçen yeni hükûmet-i Cumhuriyede, doğrudan doğruya Kur'ân'a istinad eden ve âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad yapacak ve İslâmiyetin hakîkatinde mevcud kuvve-i ulviye ile maddî ve manevî medeniyeti meydana getirecek bir niyet ve gayeyi bulundurmak ve aşılamak üzere Mecliste çalışıyordu. Fakat, pek kuvvetli manîler karşısına çıktı.

Âlem-i İslâm'ı alâkadar eden ve bin üç yüz yıllık ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiâze ettiği (Allah'a sığındığı) bir zamanın ve fitneyi ateşlendireceklerin kimler olduğunu anlamış bulunuyordu.
Birgün riyaset odasında, M. Kemal Paşa ile iki saat kadar konuştular. İslâm ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle, şeair-i İslâmiyeyi tahrip etmenin bu millet ve vatan ve âlem-i İslâm hakkında büyük zarar tevlîd edeceğini; eğer bir inkılâp yapmak îcap ediyorsa, doğrudan doğruya İslâmiyete müteveccihen Kur'ân'ın kudsî kanun-u esasî noktasından yapmak lâzım geldiği meâlinde ihtarlarda bulunur ve şu temsili ders verir (Mektûbat, s. 426.) (…)
M. Kemal Paşa, îtiraz ile içindeki niyet ve hâlet-i rûhiyesini ifade ile, Bediüzzaman'ı kendine çekmek ve nüfûzundan istifade etmek ister. Ve Bediüzzaman'a mebusluk, hem Darü'l-Hikmetteki eski vazifesini, hem Şarkta Şeyh Sünûsi'nin yerine vaiz-i umûmî, hem bir köşk tahsisi gibi teklifler yapar.

Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhâs-ı âhirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul'da tevilini söylediği hadîslerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli şahıslarının âlem-i İslâm ve insâniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine, gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbü'l-Kur'ân hakkında, "O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak manevî kılınç hükmünde i'caz-ı Kur'ân'ın nurlarıyla mukabele edilebilir" tavsiyesine müracaatla, Ankara'da teşrik-i mesai edemeyeceği için, kendisine tevdî edilmek istenen mebusluk, Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye gibi Diyanetteki azalığı, hem Vilayat-ı Şarkiye Vaiz-i Umûmiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara'dan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamayacağını bildirerek, Ankara'dan ayrılır, Van'a gider. Ve orada hayat-ı içtimâiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernebad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar.

Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayatı, s. 228, Yeni Asya Neş., İstanbul-2006

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*