Ahrar-ı Osmaniye Hareketi

Bediüzzaman diyor ki:

İstibdat, kendini muhafaza etmek için herkese vesvese verdiği gibi, beni İnkılâptan (1908’den) on sene evvel aldattı ki, ehl–i ihtilâlin ekseri masondur. Lillahilhamd, o vesvese bir–iki sene zarfında zâil oldu. Tâ o vakitte anladım; bizim ekser Ahrârımız mutekid Müslümanlardır.

(Münâzarât, s. 125)

Yaşasın akıl ve tedbir–i mücessem dindar Cemiyet–i Ahrâr ve Nur Talebeleri.

(Divan–ı Harb–i Örfi, s. 89)

Ahrarlar, hamiyetli ve basiretli kimselerdi

Şunu hemen ifade edelim ki, Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan “Ahrar–ı Osmaniye Hareketi” ile “Ahrar–ı Osmaniye Fırkası” tıpatıp aynı şey demek değildir.

Birbirine çok benzeyen bu iki terkipli isim arasında hem benzer, hem de farklı bazı noktalar var.

Önce, bu noktalara kısaca temas edelim.

Ahrar–ı Osmaniye Hareketi: Uzun süren bir gizli hazırlık devresinden sonra 1865’te meydanda boy gösteren Ahrar–ı Osmaniye Hareketinin bir diğer ismi “Yeni Osmanlılar”dır. Avrupa’da ise, bu hareketin mensuplarına “Jön Türkler” denilmiş. (Fransızca “Jeunes Turcs”)

Bu hareketin en parlak yıldız şahsiyeti Namık Kemal’dir. Onu Ziya Paşa, Şinasi, Agâh Efendi, Ebüzziyâ Tevfik ve Ali Suâvi gibi isimler takip ediyor.

Bu aydınlar, I. Meşrutiyetin ilânında, Kànun–i Esasinin (Anayasanın) hazırlanmasında ve parlamenter bir sisteme geçilmesinde büyük gayret gösterdiler ve öncülük vazifesini gördüler.

Ahrar–ı Osmaniye Fırkası: Jön Türklerin 1902’de Paris’te yapılan Birinci Kongresi sonucu şekillenmeye başlayan liberal bir fikir ve siyaset hareketidir. İttihatçı grupla araları açılan bu hareket, 1907 kongresinde, ayrı bir parti hüviyeti kazanmaya başladı. 1908 seçimlerinden sonra ise, İttihatçıların rakibi ve muhalifi olma konumuna geldi. Merkeziyetçi ve komitacı zihniyete sahip olan İttihatçılar, Ahrarların fikren ve siyaseten kuvvet bulmasına fırsat vermedi. Parti kadrosunu dağıttıkları gibi, 1912’deki sopalı seçimden sonra da bu partiyi kapattırdı.

Bu fırkanın fikir babası olarak bilinen isim, Prens Sabahaddin Beydir. Onu takip eden isimler ise, şu şekilde sıralanabilir: Mizancı Murad Bey, Nureddin Ferruh ile Ahmet Fazlı Bey…

Hürriyetin bedeli

Meşrutiyet rejimini savunan Osmanlı hürriyetçileri (Ahrarlar), bu gaye uğrunda çok ağır bedeller ödediler.

Çoğunun ömrü hapislerde, sürgünlerde geçti. Neşriyatta bulunabilmek için, defalarca yurt dışına kaçmak ve yıllarca Avrupa’da yaşamak mecburiyetinde kaldılar.

Bu olağanüstü şartlar sebebiyle de, zaman zaman bu grubun içine farklı fikir ve maksatla sızmalar da oldu: Ermeniler, komitacılar, masonlar, sefihler, Avrupa meftunları, vesâire…

Esasında, çokça tenkit edilmelerinin, asi ve neredeyse vatan haini gibi gösterilmelerinin sebebi de, bu farklı ve kasıtlı sızma hareketleridir.

Yoksa, asıl Ahrarların maksadı, devleti yıkmak için muzır kesimlerle müşterek hareket etmek değildi.

Ahrarlar, esasen çatırdamaya başlayan Osmanlı Devletinin ve Saltanat sisteminin, yumuşak bir geçişle Meşrutiyete dönüşmesi için çalışıyorlardı.

Evet, Üstad Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, Ahrarların içinde dâhî edibler, şâirler ile basiretli siyasîler vardı.

Bunlar, istikbâlde gelecek bir “şiddetli istibdad”ı hiss–i kable’l–vuku ile gördüler. Gördükleri doğruydu, fakat buna karşı gelirken yanlış adama, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid’e vurdular.

Oysa, onların istibdada vurdukları tokadın doğru adresi, bozuk İttihatçılarla Cumhuriyet döneminin müstebit siyasileriydi. O şiddetli tokatlar, bunların yüzünde patlamalıydı.

 

Hamiyetli Ahrarlar, sadece diktatörlere ve dikta rejimlerine karşı çıkmakla yetinmediler.

Ayrıca, gerek Osmanlı’da ve gerekse dünyada, saltanat ve imparatorluk rejiminin sona ermekte olduğunu, yine ilim, irfan, iz’an, şuur ve basiret gözüyle gördüler.

Onlar anladılar ki, artık “Eski hâl muhal; ya yeni hâl, ya da izmihlâl” olacak. Dolayısıyla, “yeni hâl”e mutabık olacak canhıraş bir çabanın içine girdiler.

Bu mühim gerçeği, realiteyi, kuvvetle muhtemeldir ki, padişah da dahil olmak üzere, devletin sadrâzamı da, vükelâ gibi sâir hükümet erkânları da görmediler, göremediler.

Bundan dolayı da, hükümet ve saray ehli, muhtemel yeni gelişmelere matuf (hürriyet, meşrûtiyet, cumhuriyet, meclis ve kànun hakimiyeti…) ciddî herhangi bir hazırlık çalışması içine girmediler.

Bu meyanda gerekli ilmî ve fikrî hazırlık çalışmasını, yine Ahrarlar yaptılar. Yıllarca canla, başla çalıştılar.

Hatta denilebilir ki, 1876’da I. Meşrûtiyetin ilân edilmesi, Kànun–i Esâsinin hazırlanması ve Meclis–i Mebûsanın açılması dahi, gayretli ve hamiyetli Ahrarların azim ve kararlı çalışmasıyla mümkün olmuştur.

O tarihlerde bir–iki sene süren Meşrûtiyet meş’alesinin söndürülmesinden sonra (1878) da, Ahrarlar pes etmedi. Meşrûtiyetin yeniden ilân edilmesi yolunda, mücadeleye aynı kararlılıkla devam ettiler.

Ne var ki, maksatlarına ancak otuz yıl sonra nail oldular. Hürriyet ve Meşrûtiyetin 1908’de yeniden ilân edilmesi, büyük bir sevinç ve memnuniyet havası meydana getirdi.

Fakat heyhat ki, bu sevinç de kısa sürdü. Bir sene sonra daha şiddetli bir istibdat perdesi gerildi ve kırk yıl sürecek bir zulûmat devresi başlatılmış oldu.

 

Ahrarların en büyük bir sıkıntısı da, mâruz kaldıkları şiddetli baskılar sebebiyle, fikirleri çok gizli şekilde yaymalarıydı.

Öyle ki, Osmanlı sınırları içinde, fikirlerini basın–yayın yoluyla ilân edemiyorlardı. Çıkarmış oldukları gazetelere derhal müdahaleler yapılıyor, hatta kapatılıyor (Tavsir–i Efkâr gibi) ve kalem erbabı kimselere ağır cezalar veriliyordu.

Bundan dolayıdır ki, özellikle Namık Kemâl ve arkadaşları, bilâhare de Prens Sabahaddin ve arkadaşları, gazete ve dergi neşriyatını daha ziyade yurt dışında, ekseriyetle Avrupa’nın muhtelif merkezlerinde yürütmeye çalıştılar.

 

Bediüzzaman Said Nursî, tâ ilk gençlik yıllarından itibaren Ahrarlarla irtibatlı olduğunu beyan ediyor. Ona göre, 1890’larda “Ahrar” diye tanıyıp öyle de tanımladığı (Bkz: Münâzarât, s. 125) Jön Türklerin ekserisi hamiyet ve milliyet dâvâsında dürüst ve samimîdir.

Nursî, aynı eserinde, 1892’de Mardin taraflarında tanıma fırsatını bulduğu Yeni Osmanlılar için aynen şu ifadeyi kullanıyor: “Tâ o vakitte anladım; ekser Ahrarımız mutekîd (inançlı, itikatlı) Müslümanlardır.”

Üstad Bediüzzaman’ın bu ve benzeri sâir ifadelerinden de anlıyoruz ki, 1908’de dost ve müttefik olduğu Ahrar–ı Osmaniye Fırkası henüz tarih sahnesine çıkmadan da, bu fikrî hareketin evveliyatını ve bir nevî altyapısını teşkil eden Jön Türkleri/Yeni Osmanlıları “Ahrar” olarak görmüş ve öyle de isimlendirmiştir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*