Akaryakıt pompacısı emniyet amiri

Polis Hasan, o gün, şehir merkezine kırk kilometre uzaklıktaki bir beldedeki işini hâlletmek için izin almıştı. Akşama yakın işini bitirmiş, şehir merkezine dönüyordu.

Bir ara, akaryakıt ibresine baktı, şehre kadar ya götürür, ya götürmezdi. İçinden; “biraz mazot alayım, nolur nolmaz” dedi. Ve kendi kendine söylenmeye devam etti: “Hele şuraya bak yahu, memleket ne hâle geldi? Geçen sene bu zamanlar, depoyu tamamen doldururken, şimdi aynı parayla, çeyrek depo ancak doldurabiliyoruz. Memleketi, milleti ne hâle getirdiler böyle…” derken, ileride görülen akaryakıt istasyonuna girmeye niyetlendi.

Hızını biraz azaltıp, sağa doğru yanaştı. Sinyalini verip, istasyona girdi. Pompacının işaretiyle, onun gösterdiği pompaya yanaştı. Pencereyi açıp, “kardeş, üç yüz liralık doldur!” dedi. Pompacının “olur, tabii” demesi ile pompacıya dikkat etti. Sesi hiç yabancı gelmemişti. Şöyle yüzüne bir baktı, şapkasının siperini, burnuna kadar indirmişti. Alacakaranlık bastığından, yüzünü iyice göremedi, pompacı, hemen arkasını dönüp, pompayı çalıştırdı. Üç yüz liralık yakıt neydi ki, pompa hemen, “tık” diye attı. Pompacı, önden plâkayı okuyup, fişi keserken, polis Hasan, far ışığında, pompacının suratını seçebildi.

Fişi getirip, camdan içeri uzatırken, Hasan da, parayı uzattı. Bir anda, yakın mesafeden göz göze geldiler. Hasan “sağ olun, hayırlı işler” derken dikkat kesildi. Pompacı; “Teşekkür ederiz, iyi yolculuklar!” der demez, Hasan iyice baktı, ses o sesti, yüzünü de iyice seçmişti. Ama pompacı, ona çok dikkat etmemişti. Polis Hasan, gayr-ı ihtiyarı “âmirim!” deyince, pompacı şaşırdı. Hasan’a doğru döndü, baktı, şapkasını biraz yukarı kaldırıp, “Hasan!” deyince, polis Hasan’ın gözünden iki damla yaş geldi. Evet, bu onun üç-dört sene önceki âmiriydi. Menfur ve lâin, kuru-yaş, neyi buldularsa, insanları yakan 15 Temmuz’un ihraç ettiği âmiriydi.

Otomobilinin kapısını sür’atle açıp, iner inmez, az önceki pompacı diye bildiği âmirinin eline sarılıp, öpmeye çalıştı fakat o, geri çekip, elini öptürmedi. “Arabanı şu köşeye çek, gel bir çay içelim Hasan!” dedi. Ve küçük bir odaya oturdular. Hasan’ın gözündeki ıslaklık belli oluyordu. Dikkat etti, âmiri de hüzünlenmiş, onun da gözü biraz ıslanmıştı.

O gün, gözünün önüne geldi. O sabah âmiri işe gelmemişti. Hâlbuki çoğu gün, o, memurlardan evvel gelirdi. Biraz daha vakit geçti, gelmeyince meraklandılar. Birazdan bir polis memuru; “Arkadaşlar, âmirimizi almışlar!” dedi. Hepsi buz gibi donmuş kalmıştı. Çünkü onu çok seviyorlardı. Babacan ve işini çok iyi yapan, personeline karşı da hep iyi davranan biriydi. Bunlar aklına geldi ve bu yaşadıklarını anlattı. Sordu:

-Nasıl oldu âmirim?

-Sorma Hasan. Biliyorsun bizim nasıl bir devlet, millet, vatan için çalıştığımızı. Bizim müdürlüğe yakın olduğu için para yatırdığım bankadan dolayı suçluymuşum! Bu banka devletin izniyle açılmış. Neyse, sabah 4’de kapı, hızlı hızlı ve sertçe çalındı. “Kim o?” dedim, “Polis, kapıyı açın!” dediler, beş kişiydiler. Birisi de, eski memurlarımdan biriydi. Başı öndeydi. Ne yapsın çocuk, emir işte… Hanım ve iki büyük çocuğum, hemen korkuyla uyandılar. Onların, bana sezdirmeden, nasıl göz pınarlarının ıslandığını görmem, beni çok üzmüştü. Her tarafı aradılar. Kendilerince bir şeyler aldılar. “Hazırlanın, üzerinize de giyeceklerinizi alın, tekrar eve gelemeyebilirsiniz!” dediler. Ses çıkarmadan tâkib ediyordum. İçeride uyuyan 9 yaşındaki oğlumun odasına şöyle bir baktılar. O ara ben oğluma doğru gitmeye çalıştım, kolumdan tuttular. “Müsaade edin bir sarılıp, öpeyim” dedim. Ona da müsaade etmediler. “Bari bir not yazayım.” dedim. “Biraz çabuk olun ve kısa yazın” dediler. “Oğlum, ben bir müddet bir yere gideceğim, gelince görüşürüz inşâallah, seni çok seviyorum” cümlesi bitti ama ben de bitmiştim. O anı hiç unutamıyorum. Gözümden çıkabilecek yaşları, içime doğru akıtmıştım.

Kapıdan çıkarken, bir an memurum yanıma yaklaştı, “âmirim, kusura bakmayın” dedi. “Tamam, aslanım sen işini yap, boş ver” dedim. Ve gidiş o gidiş Hasan.

-Eee sonra ne oldu âmirim?

-Ne olacak? Ortada belli bir suç yok. Zan var, ispiyon var, gammazlama var. “Yakalayıp, hepsini içeri atalım, suçsuz olanları çıkartırız” mantığıyla girdiğimiz hapishaneden, kasıtlı mahkeme uzatmaları vs. yüzünden, iki seneye yakın bir zaman sonra çıkabildik. Tabii biz içerideyken de ihrac edilmişiz. Çocuklara, hep eş-dost, akrabalar bakmış, sağ olsunlar. Şükür, “ağaç kabuğu yememişler”.

-Vay âmirim ya, bu ne iş böyle? Hâlbuki sizi biz biliriz. Vatan, millet, devlet için nasıl canla başla çalıştığınızın şahidiyiz.

-Ah Hasan ah! Bizi en çok kahreden şey de, bize vurulan “terörist” yaftası. Biliyorsun, vatan-millet düşmanı teröristlere, terör masasında çalışırken, nasıl kök söktürdüğümüzü.

-Bilmem mi âmirim, o büyük sitedeki terörist evine yapılan baskında, az daha canınızdan oluyordunuz. Ve orada yakalanan patlayıcılarla, kaç yer mahvedilecekti. Sizin dirâyetli sevk ve idârenizle onları çökertmiştik.

-Evet, ama bunlar görülmüyor. O kahrolasıca fiili kim yaptıysa, o geceyi karanlığa kim çevirdiyse, onların müsebbiblerini değil de, önüne geleni, gammazlanan herkesi götürdüler. İçimizde, namazsız niyazsız, eyyamcı birisini, bir hasmı şikâyet etmiş. Adam ikide bir soruyor, ”Ben ne yaptım acaba?” diye. Ve her önüne geleni, suçları bile sabit olmayan insanları hapishaneye tıkacağız diye, biliyorsunuz, içerideki, resmen suçlu mahkûmları, her türlü suçtan hüküm giymiş, otuz bin kişiyi çıkarıp, suçu sabit olmayanlara yer açtılar.

-Çıktığınızda, bizleri bir arasaydınız âmirim.

-Olur mu Hasan? Sizler de bir şekilde zarar görmeyin diye kimseyi aramadım. İş aradım, tanıdığımız, bildiğimiz, işlerini yapıp, iyilik yaptığımız kaç kişiye gittiysem, hep korkudan, kapılar yüzümüze kapandı. Nihayetinde, bu petrolün sahibi vefalı çıktı da, Allah razı olsun “âmirim, o büyük hadiseden beni kurtardınız ya, hem malım, hem canımı kurtardınız, size minnet borcum, ölene kadar devam eder” deyip, beni buraya aldı. Hattâ diğer çalışanlardan da, biraz daha fazla para vererek… İşte, böyle şapkamı öne eğerek, kimseye belli etmeden çalışıyorum.

-Ah âmirim ah!

-Sizde ne var ne yok?

-Sormayın âmirim. Sizin zamanınız başkaydı. Çok liyâkatsızlar var. Birçok şey oldu da, bir tanesini anlatayım. Geçen gün trafikçi bir arkadaş anlattı. Şehir dışında çevirme yapan bir ekipteki genç memur, otomobil sürücüsünün yanında oturan şahsın, cep telefon ile konuştuğunu görünce “Niye telefonla konuşuyorsun?” demiş. Adam demiş ki; “Ne demek o? Ben araba sürmüyorum ki?” Bizimki tekrar “Olsun yasak! Konuşmayacaksın!” demiş. Adamla bayağı irdeleşmişler. Komiser araya girip sakinleştirmiş.

-Vay beee… daha bu memleket neler görecek desene. Neyse Hasan, seni de yolundan aldım.

-Olur mu âmirim, esas ben sizi meşgul ettim. Bak görüştük. Artık beni arayabilirsiniz, ne emriniz olursa hazırım.

-Canın kardeşim benim sağ olasın, Allah razı olsun!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*