AKP üzerine siyasî bir değerlendirme

Başbakanımıza göre on beş ay bir iktidar için kısa bir süre… Bize göre ise, iktidarların mahiyetini göstermede yeterli bir zaman… Gerçi o, elli senelik bir yanlıştan hareket ediyor. Tıpkı MSP lideri Erbakan gibi yalnızca Demokratlar dönemini sorumlu tutarak yola çıkıyor. Tek partili dönemi tenkit çerçevesinden çıkarıyor. Elli senenin faturasının on beş ayda ödenmeyeceğini anlatmaya çalışıyor.

Takip edebildiğimiz kadarıyla Demokratlar tek partili cumhuriyet dönemini de kritize ederlerdi. Zaten bu hükümeti, Demokratlardan ziyade 12 Eylül’ün mahsulü ANAP’a benzetiyorlar. Belki başbakanın gönlünde de ‘İkinci Özal’ olma aslanı yatıyordur. Gazeteciler bunu hissetmeselerdi, yazmazlardı. Bugünkü hükümet üyelerinin ağır topları da 12 Eylül sonrasının kurmayları: Nevzat Yalçıntaş, Cemil Çiçek, A. Aksu ve Ali Coşkun gibileri. Başbakanın, Özal’ın ‘sihirli dörtlüsü’nü hatırlatan beyanatları… Dedim ya Demokratlardan ziyade, 12 Eylül sonrasının ANAP’ını hatırlatıyor AKP.

Konuşmamak, yazmamak için, milletin selâmetine vesile olur düşüncesiyle uzun süre sabrettiğimizi düşünüyorum. Gönlüyle birlikte aklını da bu siyasete kaptıran iyi niyetli Müslümanların dualarını engellememek için… Belki vatana, millete ve Kur’ân’a faydalı icraatlarda bulunurlar, ürkütmeyelim kaygısıyla… Fakat bir buçuk senedir, milletin beklentisiyle alâkalı tek adım atılmış değil. Gerçi ‘aklını liderlerinin cebine koymuş,’ iyi niyetli ve zilletten bıkmış bazı Müslümanlar onları savunmaya devam edecekler: “Görmüyor musunuz askerleri, derin devleti, vs, vs. Demokratların üstüne zebellah gibi çullanan medyayı, ihtilâlci paşaları, o zamanki demokrasi karşıtı üniversite ve yargıyı unuturcasına… Bir de dış müdahaleler…” Fakat bugün bunlardan yalnızca cılız bir muhalefetle tedirgin olup-olmadıkları da belli olmayan birkaç paşa. Milletin beklentileri söz konusu olunca, “Aman sıkıntı çıkmasın… Ortalığı germeyelim” hikmetiyle cevap veren iktidar mensuplarına; “Atı alan Üsküdar’ı geçiyor, sonra ne olacak bu milletin hali?” diyen de pek görünmüyor.

Bir buçuk sene az bir zaman mıdır? Yirmi, yirmi beş sene önceye göre az denilebilirdi. Fakat o zamanki iktidarlar millete yüz gün mühlet verirlerdi. Sonra da ufuk görünürdü. Dünya hadiselerinin baş döndürücü sür’atle geliştiği bu zamanda beş yüz kırk günü aşmaktayız. Az zaman geçmemiş. Milletin tüm arzu ve talepleri mütemadiyen arkalara atılıyor: “Sen bizdensin, acele etme. Önce şu beylerin isteklerini yerine getirelim” dercesine bir icraat sergilenmedi mi yoksa…

Bazılarına göre AKP iktidarı çok cesur. Bunu New Yorklu dinozorlarla bazı AB’liler de söylüyor. Hatta bu cesaretinden dolayı JINSA’nın çevik paşamıza verdiği ödüllerden bir ödülü de başbakanımıza vermişler.

Doğru olabilir mi? Bilemiyorum. Bize birazcık ürkek gibi geldi. İktidarların sahiplerinin millet olduğu meydanlarda söylense de, ‘gölge iktidarların’ takibinde ürkekçe çalışıyorlar gibi geliyor bize… İşin başında eline bir program veya yol haritası verilmişcesine yürüyorlar. Daha doğrusu 28 Şubat zihniyetiyle çelişmeyecek veya cedelleşmeyecek şekilde… Kudretli paşaların yaptıkları ‘balans ayarı’ bozulacak diye adeta endişe ediyorlar. Sehven veya lâletayin bir bakan veya vekil ağzından birşey kaçıracak olursa, parti hemen haddini bildiriyor. Bakan ve vekili bazan da kaderiyle başbaşa bırakıyor. Herkes saadet ve ikbâlini genel başkana, genel başkan da kendisine yol haritası verenlere mi borçlu? Bilemem, fakat öyle bir görüntü var.

Merhum Özal zamanında Amerika, işi üst düzeyde hallederdi. Hürriyetler inkişaf edip iletişim ilerleyince mesele aşağıya doğru iniyor: Bakanlar, müsteşarlar, müşavirler, genel müdürler ve nihayet Diyanet İşleri Başkanımıza varıncaya kadar New York ve Washington’a taşınıp duruyoruz. Millet olarak hüsn-ü zan içindeyiz. Fakat hüsn-ü zannımıza kuvvet verecek emare bulamıyoruz. Mesele hak-hukuk meselesidir. Sakın şu hükümet üyeleriyle vekillerinin dindar görünümü de millet olarak hukukumuzun zayiine sebep olmasın, diye endişeleniyoruz. Eski kötü zamanları ve dine düşman idareleri bize hatırlatarak “Korkmayınız!” diyorlar. Suimisal emsâl olur mu?

Bugünlerde meydanlarda CHP ile ağız kavgasına giren Tayyip Beyin Halk Partisine büyük teşekkür borcu var, kanaatindeyiz. Belediye başkanlığındaki başarısını Nurettin Sözen’e medyun olduğu gibi 3 Kasım’ı da Halkçı Ecevit’e borçludur.

AKP’ye hep yenilikçi dediler. Biz de bekledik durduk. Gördüğünüz gibi yeni bir şey yok. Gerçi “yenilikçiler“ olarak Türk siyasetine servis edilen bu ekibin fıtrî yenileşmeyi durdurmak veya bozmakla vazifeli olduğunu söyleyenler de var. Oldum olası sloganlardan irkilirim. Ekseriyetle gösterilenin aksi geçerlidir orada… Yenilikçi deniliyorsa, tecdîde karşı olduklarını, barış deniliyorsa alttan alta bir fitnenin kaynatıldığını hissederim.

AKP’nin millet için yapacağı her güzel icraatı müdafaa etmeyi prensip edindiğimiz halde müşahhas bir adımla karşılaşamadık. Sessizlik içinde dağ dağ yükselen endişeleri iç âlemimizde hissedince yazmak mecbûriyetinde kalıyoruz. Tâ ki altı ay-bir sene sonra kimsecikler bize enayi muâmelesi yapmasınlar. Ekonomide başarılı olduğunu iddia eden hükümetin milletten haberi olmadığından serzeniş ve mırıldanışları henüz duyamıyor. 28 Şubat’ın başlattığı ekonomik çizelgenin dışına çıkan var mı? Yalnız haklarını yemeyelim. Hânedâna yakın dinozorcukların dışında pek hortumcu da görünmüyor. Çalışkan çocuklar. Fakat IMF, 28 Şubat’ın patronları ve devletçi holdinglerin koalisyonunda devam eden ekonomiden sızlanan yalnızca millet görünüyor.

Bazı meslektaşlarımız iktidarın sivil toplumla istişare ederek ve milletle bütünleşerek icraatta bulunduğunu söylüyorlar. Mazi çabuk unutuluyor. 12 Eylül’ün felç ettiği, 28 Şubat’ın da tamamen bitirdiği sivil toplumdan bahsetmek dünü unutmaktan daha kötüdür. Zabt u rabt altına alınmış dinî cemaatler, devletin resmî şubelerine dönüşmüş vakıf ve derneklerle mi millet iradesi tecellî edecek? Ki “derin devletin” marifetiyle hâlâ irtica olarak görülen söz konusu kuruluşların hangisi din lehinde bir fikir beyanında bulunabiliyor? Başörtüsü yasağı, imam-hatip okulları, karma eğitim, Kur’ân kursları ve sele verilen “genel ahlâkla” ilgili dinî cemaatlerden bugüne kadar çıt çıktı mı? Sivil toplumun dillendiremediği milletin derdine, AKP “Benim meselem değildir” dedikten sonra millete kim sahip çıkacak? Geleneksel devletin kırmızı çizgilerinin morardığı bir zamanda AKP’nin de kırmızı çizgilerini morartacak birileri herhalde çıkar.

Milletin önceliklerine sahip çıkmada ürkeklik gösteren hükümetin Aborjinler gibi etrafına çizgi çizmekle meşgul olduğu malûm. Kanaatimizce mesele biraz da, iktidar mensuplarının millete olan güvensizliğinden kaynaklanıyor. Yakın tarihimizdeki askerî darbeler onları iyice ürkütmüş. Rahmetli Menderes’in akibeti, Demirel’in başına gelenler ve 28 Şubat’ta kulaklarına okunan gazeller; birçok Meclis üyesinin maalesef güvenini uçurmuş. Bundandır ki Amerika ile askeriyeden icâzet alınmadan Türkiye’de iktidar olunmayacağı fikri “hardal gazı” gibi, hem vekillerin, hem de bazı inisiyatif sahibi cemaatların genzine kaçmış. Onları siyaseten etkisiz hâle getiriyor.

367 milletvekili AKP için aslında bir dezavantajdır. Zîra bu rakamı Kemalistlerin sözcüsü konumundaki yazarlar ikide bir hükümetin kafasına tokmak gibi indiriyorlar: Türkiye’yi AB’ye şikâyet edeceğinize elinizde yeteri kadar üye var, anayasayı değiştirin ve meseleyi halledin. Tabiî yüreğiniz yetiyorsa… Hüzün verici bir durum. Oysa ne pahasına olursa olsun, milletin makul mânâdaki istekleri yerine getirilmeli. Millete güvenmeyip “güç odaklarının” insafına kalınırsa, Nesrin Hanımın kucağındaki kolu kanadı kırık yaralı arıya dönmemek elde değil.

Rahmetli Özal dört eğilimi 12 Eylül rüzgârıyla bir dönem götürebildi. Sonra da sihir bozuldu. ANAP’ın sanal bir parti olduğunu henüz yolun başında iken söylemiştik. 28 Şubat’a ruh üfleyen 12 Eylül, ömrünü gayr-ı fıtrî biçimde uzatmıştı. Netice değişmedi. Düne kadar Özal’ı ve ANAP’ı kutsayanlar, bugün şıvan içindeler. Bu mevtanın şıvan sesleri arasında “ikinci Özal” benzetmelerinin hayır mı, şer mi olduğuna biz karar verecek değiliz. Kaldı ki, 28 Şubat’ın ömrü 12 Eylül’ün üçte biri kadar da olamaz.

AKP, ANAP’ın şartlarında ortaya çıkmış bir siyasî hareket değildir. Türkiye’nin AB’ye kesin giriş tarihi beklediği süreçte ortaya çıkmış bir partidir. Cumhuriyet tarihimizin, bugünkü sistemimizin ve yakın geçmiş siyasî tarihimizin yanlışlarını ayıklama ameliyesine girişmeden bir yere gidemez. Sıkıntılarla yüzleşmeden milletle bütünleşemez. Dindar Anadolu çocuklarını vitrine koyup dinozorcuk ve New Yorklu dinozorlarla bu yolda böyle yürümeye şartlar müsaade etmez.

Demokrat olmak için demokrasinin istediği bedeli ödemek zorundasınız. Avrupa ve Türkiye tarihi buna şahittir. Bedel ödemenin zorlaştığını veya imkânsızlaştığını gören siyasetçi, emaneti sahibine iade etmelidir. Aksi takdirde, hem makamından, hem de izzet ve haysiyetinden olur.

Otuz bin kişilik bir siyasî kadro Tayyip Bey ile etrafındaki birkaç danışmanın ağzına bakarak Türkiye için akıllı siyaset üretemez kanaatindeyim. AKP, AB’yi beklemeden milletin beklentisi olan hak ve hürriyetlerde reformlara gitmek zorundadır.

Dış politikanın kısmen Amerikan vesâyetine girdiği şu dönemde en iyi ilâç, milletle hakîkaten bütünleşmek olacaktır. “Aman sıkıntı çıkmasın” düşüncesinin sihri artık bozulduğundan bilmecburiye hükümet millet karşıtlarıyla yüzleşecek. Bu sürece sebep olan bizler değiliz. AKP’yi bu sürece zaman zorluyor. Zaman hükmünü elbette icra edecektir. Zamandan kaçış mümkün değil.

Yeni Asya’nın otuz beş senelik arşivi; Bediüzzaman Hazretlerinin ölçüleriyle siyasî olaylara bakanların daima isabet kaydettiklerini gösteriyor. Siyaseti şahısların veya komitelerin menfaat araçlığından kurtarıp; millete, dine, vatana ve dünya barışına hizmetkâr konumuna getiren fikir ve prensipler benimsenmeden yanlışlardan kurtulmamız mümkün görünmüyor. Otuz senelik ‘Siyasal İslâm’ macerası, ihtilâller ve sonrasındaki siyasî oluşumlara karşı nasıl davranılacağının ölçüleri Bediüzzaman’da mevcuttur. Yalnız; kızarak, tarafgirlikle, tezyif ve tahkirle değil; itidâl, mantık ve toplumun selâmeti niyetiyle eserlere yaklaşılarak istifade edilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*