Akrep Çukurundaki Konservatifler

Onlara muhafazakâr da diyebilirdik. Biliyorsunuz ki, “Muhafakâr” kelimesi kulaklarda konservatif kelimesine nazaren daha masum kalıyor. “Maksatlarının aksiyle amel” tabirine lâyık siyasî hareketlere doğudan – batıdan örnekler arayarak hadiseyi birlikte tahlil edelim.

“Dönüşüm” kelimesi fen ilimlerinde pozitif – negatif mânâlar kazanırken, içtimaî sahada, fert mevzubahis olduğunda, yalnızca menfî mânâyı tedaî ettiriyordu. Doğu Bloku´nun dağılmaya başladığı tarihten sonra Avrupa´da, 12 Eylül ihtilalinden sonra da Türkiye´de “dönüşüm”, sosyal sahada geçer akçe sayılmaya başlandı. Sokakta, ülkücülük ve devrimcilik adına birbirine kurşun yağdıranların ihtilâlden sonraki sosyal hayattaki beraberlikleri, o dönemi yaşayanların çok garibine gitmişti. Bilhassa 80´li yıllardaki iş alemindeki birlikletilikler ve ortaklıklar… Devrimcilerle Ülkücüler dönmüşlerdir… Yeni çizgilerinin; az katkılı kemalizm, pratiksiz islam ve bol liberalizmden oluştuğunu az – çok biliyorsunuz. Bu dönüşüm ve değişim yalnızca Türkiye´nin kanlı bıçaklı sağ ve solunda değil, bu radikal çizgiye yakın diğer çizgilerde de yaşandı ve hâlâ yaşanmaya devam ediyor.

Dönüşümün ve değişimin bir çok sosyal, ekonomik ve fikrî sebebi olabilir. Daha çok dikkatimizi çeken siyasî ve ekonomik sebeplerin dışında kalanları başla zamana bırakmak istiyoruz. Modern dünyada global terazinin görünen sol kefesi boşalıp veya hafiflemeye başlayınca; servet, iktidar ve kaos peşinde koşanlar Avrupa´dan daha ziyade Amerika´ya uçtular. Ekonomik hesaplar yeniden yapıldı, yeni dünya düzenleri, Amerikan yüzyılı ve yeşil Tehlike gibi slogonların üretildiği dış daireye karşın, Türkiye´de Kemalizm sinsice kamusal alanı ihtilâlin yardımıyla işgale başladı. Derin güçlerin devletin kaptan köşküne oturmasıyla birlikte, M. Kemal´le barışmayan hiçkimsenin bu memlekette rahat hareket edemeyeceği “doğrusu!” kulaktan kulağa dolaşıp durdu. Bizdeki ilk dönüşüm ve değişime koşanlar, daha öncelerde de “dinî kimlik” derdi olmayan sınıflardı. Sol ile sağcı türkçülerin “Devlet Teknesindeki” yerlerini kolayca kapmalarının bir sebebi de, din ile irtibatlarının olmamasıydı. Global din karşıtı hareketin tazyikiyle, kemalizm Türkiye´deki müslümanları kısmen “dönüştürdü!” diyebiliriz. Devlet sopasıyla yapılan anlaşmalar ve bu anlaşmaların çerçevesini gözetlemekle vazifeli kemalistler… Dindar kesimdeki “kimlik sıkıntısının” başlangıcı da o günlere dayanır. Kemalistlerin veya hanedanın hakim olduğu sofrada kabul görmek… En azından kerhen de olsa ses çıkarılmaması… ANAP dönemiyle altyapısı oluşturulan bu hayatın en şen ve şakraklı dönemi REFAH´lı yıllardı… 1970´li yıllarda DEMOKRASİ ortak paydasında toplanan birçok dinî cemaat; bu defa kemalizmin müsaade ettiği derecedeki “MUHAFAZAKÂRLIK” ortak paydasında biraraya geldi. 12 Eylül´ün başardığı bu dönüşümlerdeki çerçeve kaymalarını 28 Şubat da tam mânâsıyla zabt u rabt altına alınca, “muhafazakâr” kimlikteki değişim tanınmayacak boyutlara ulaştı.

Avrupa´daki bolşevik ihtilâlini gerçekleştiren “Şimal Cereyanı Mensupları” Sovyet Rusya´da Lenin´den sonra Stalin´le post kavgasına girerler: Netice malumdur. Bilhassa Yahudî kökenli o­nbinlerce bolşevik aydın canından olmuştur. Batı Avrupa´da, hürriyet ortamında “kısmî tahribatını” yapan dinsiz cereyanın sovyetlerin dağılmasından sonra yepyeni kimliklerle Amerika´da ortaya çıktığını yukarda belirtmiştik. Çoğu eski kominist veya solcu olan bu cereyanın mensupları, semavî dinlerin dünyada ehemmiyet kazandıklarını görür görmez, hemencecik Asya ve Afrika dinlerini Avrupa ve Amerika´da tedavüle soktular. Musevî sermayesiyle çıkan o günün gazete ve dergilerine baktığınızda; Budizm, Taoizm ve daha birçok tabiat dinlerinin de servis edildiğini görürsünüz. Fakat bu çalışmalar “Allah´a İmanın” önünü alamayınca, istemeye – istemeye hristiyan sivil – toplum kuruluşlarına ve bilhassa partilere sızmaya başladılar. Kuvvet ve Menfaati kutsayan Helmut Kohl idaresini mercek altına aldığınızda, itikad ve hayat olarak hristiyanlığa karşı birçok genç politikacıyı bulacaksınız. Amerika´da oluşturulan enstitülerde yetiştirilen binlerce genç politikacının, Amerika´dan Ortaasya´ya uzanan coğrafyalarda din karşıtı ve ahlâkî değerlere saygısızca muhafazakârların sırtından itidara taşındıkalarına şahit olacaksınız. Bazen politkacının kendisi dindar olduğu halde, motor vazifesi gören itici gücün “din ve ahlâk düşmanlarınca” oluşturulduğunu müşahede edersiniz. Amerika´daki Bush idaresi batı dünyası için, Türkiye´deki Tayyip İdaresi de İslam alemi için çok çarpıcı örneklerdir. Dindarlıkları su götürmez bu iki başkanın, kimliklerini oluşturan düşünceler istikàmetinde bir tek icraat yapamamaları sizin de dikkatinizi çekmiyor mu? Koyu hristiyan, kürtaj ve ahlâksızlık karşıtı ve kiliseye tam bağlı bir Bush´un Amerikasıyla dünkü şeriatçı ve akıncı kadroların idare ettiği Türkiye mukayese edildiğinde, o garib neticeyi siz de göreceksiniz. Amerika´da Bush´a adım attırmayan neo-con´lara karşın, Türkiye´deki Kemalistler, Tayyib Beyin yalnızca bugününü değil, geçmişini de tahribe başladılar. İcraatlarında muhafazakârlığın Kemalizmin sefahetine tamamen teslim olduğu bir Türkiye´de, içinizi karartmamak ve bâtılı tasvir etmemek için misal vermek istemiyoruz.

Jacques Chirac´ın başkanı olduğu Fransız iktidar partisinin muhafazakârlığından elbette şüpheniz olmaz. Gel gör ki, Selanikli Çocuğun marifetiyle zaman – zaman neo-can´ların Avrupa palyaçoluğunu oynuyor. 3. Dünya savaşının müslümanlara karşı yapılacağı kehanetinde bulunan Pflüger´in klavuzluk yaptığı Merkel´li Almanya´yı ve Amerika´daki yandaşlarını Avrupalı müslümanlarla mücadeleye çağıran Lise Prokop´lu Avusturya´yı, İtalya ve daha birçok Avrupa ülkesini bugün muhafazakârlar yönetiyor. Yukarda arzuettiğim gibi, düşünce ve icraatça muhafazakârlıktan “sefih dinsizlerce” uzaklaştırılmış, misyonsuz bırakılmış muhafazakarlar.

Belki de devlet idaresinde ve siyasette tek başına muhafazakârlık yetmiyordur. Her türlü hal ve icraatıyla hakikî demokratlık da gerekiyordur. Kiliseye kültürel bağlı bir muhafazakâr hristiyan ile dinin icaplarını, “özel hayata hapsetmiş” bir müslüman muhafazakârdan ancak bunlar sudur edebilecekti. Zira, dünyaca organize olmuş dünkü kominist, mason ve bolşeviklerin “rozet” değiştirmeleri, yani muhafazakâr parti ve sivil toplumda boy göstermeleri, insanlığın yalnızca zararına olmuştur.

Çareyi sormak elbette hakkınız… Siyasette tüm insanlığı icraatlarında; din, dil, ırk, sınıf ve ideoloji ayırımı yapmadan, hukukun üstünlüğü prensibini ferde indirgeyen ve dünyadaki adaletli paylaşımı esas alan demokratlık olmayınca, insanlık vitrinlerle mütemadiyen iğfal ediliyor… Ahirzaman fitnesinden, o­nun gürültülü kuvvetlerinden çekinmeyen siyasetçilere yalnızca Türkiye´nin değil, tüm dünyanın ihtiyacı var… Dünya barışa kavuşmadan ne Türkiye´de, ne de Alem-i İslam´da sulh u sükûneti beklemek hayâl olur.

Bundan böyle insanlar; siyasetçilerin rozet ve kimliklerinden ziyade icraatlarına, özel hayatlarına ve geçmişteki sicillerine dikkat edecekler. İnternet ortamında ne gayr-ı meşru hayatı müdafaa edenlerin, ne hırsızların ve ne de dinsizlerin fiileri gizli kalmıyor. Avrupa´da muhafazakârlık, hakikî dindarlık ve demokratlık kimliğini kazanmadan, eski komunistlerin belalarından kurtulamayacağa benziyor. Bediüzzaman Hz.lerinin ikazını kulaklarına küpe edinmiş Nur Talebeleri ile hristiyan misyonerler, dünya barışına koşarlarken müşterek düşmanları olan dinsizleri keşf için; fiil, icraat ve hayata bakacaklar. Dinazorların yedeğindeki medyanın yanlış propogandalarıyla, Soros´un başında bulunduğu komitenin sivil toplum örgütleri adına, yeni toplumsal dizaynları, isevî – müslüman ittifağını şaşırtmayacak, inşallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*