Bunu biz Devlet dairesinde çalışırken müşahede ettik. Beş yüz kişiye yakın personelin amirliğini yaptığımız durumlar oldu. Ama, bizim elimizde Nur’dan düstur ve prensipler olduğundan ve insanlara o şekilde yaklaştığımız zaman çok güzel neticeler hasıl olduğunu gördük. Personelin çoğu bizi sever sayar ve aynı zamanda verilen işi isteyerek yapardı. Tabi, diğer idarecilerle farklı olduğumuzu hissediyorlardı ve bunun da davamızdan kaynaklandığını anladıklarında, bu da davamızın hanesine iyi not olarak kaydediliyordu. Biz de, davamız adına küçük de olsa bir hizmet yapabiliyor idiysek buna seviniyorduk. İdareciliğin gereği olan vakarı elden bırakmadığımız gibi, onların alem-i asgarında bir kumandan vasfı taşıdığının şuuruyla onlara öyle muamele ediyorduk. Aynı zamanda da, hem idareciliğimizin o pozisyonunda, hem de manevi alemimizde, yani alem-i azamda bir nefer gibi hareket etmeye çalışıyorduk.
Tabi, bu sadece iş hayatına münhasır değil. Cemiyetin ve ailenin, münasebet içinde bulunduğumuz diğer insanların arasında da bu prensiplerle hareket edersek, özellikle de bazı enaniyetlerin firavunluk derecesine geldiği asrımızda, enaniyet göstermeyip, tevazu içerisinde olursak, o zaman büyük alemde bir nefer olabiliriz herhalde.
Benzer konuda makaleler:
- Said Nursi´nin 31 Mart olayındaki tavrı
- Beşerî münasebetlerde Nur’un ölçüleri
- Herkesin bir ‘küçük dünyası’ vardır
- Zelzele gibi vakıalar tesadüf oyuncağı değiller
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- Bediüzzaman’ın boyun eğmediği ‘dört kumandan’
- Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti