Ugandalı Jamimah: Allah’a aracısız duâ edebildiğim için Müslüman oldum

Çocukları için büyük zorluklara katlandı, sıkıntılara göğüs gerdi

Kuveyt’te  binbir milletten insan yaşıyor desem abartmış olmam. Uzakdoğulular, Hintliler, Afrikalılar, Avrupalılar, Amerikalılar, Araplar; beyazlar, siyahlar, sarılar… Bu insanların kimi doktor, kimi mühendis, kimi  öğretmen, kimi berber, kimi mekanikçi, kimi inşaatçı, kimi de hizmetçi vs. olarak çalışıyorlar. Kuveyt’te geçirdiğim 28 yıl içinde farklı milletlerden ve  farklı dinlerden insanlarla tanıştım. Bu vesile ile; insanların, ırk, renk ve meslek olarak birbirine üstün olmadığını, üstünlüğün ancak takvada olduğunu tecrübeyle öğrendim.

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır.” (Hucurât Sûresi, 13)

“Biz Allah’ın boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz O’na ibadet edenleriz” (deyin).” (Bakara Sûresi, 138)

Yüzüne her  baktığımda “Kimbilir  Allah katında benden ne kadar da üstündür!” dediğim, Fehime isminde  Somalili zenci bir komşum var. Fehime, ev işlerinde kendine yardım etmesi için Ugandalı bir yardımcı aldı. Adı Jemimah olan yardımcı, Fehime’nin yanında işe başladıktan 1 ay sonra Müslüman oldu.

Bu vesileyle sevgili komşum büyük hayırlarla müjdelendi. “Allah’a yemin ederim ki,  Cenâb-ı Hakk’ın senin vasıtanla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, kızıl tüylü develere sahip olmandan hayırlıdır.” (Hadis-i Şerif)

Jamimah’ın ihtidası münasebeti ile Mısırlı arkadaşımız Emâni yemekli bir toplantı düzenleyerek komşuları biraraya getirdi. Jemimah kendisini bağrımıza basıp hediyeler vermemizden çok duygulanmıştı. Yemek sonrasında,  “Ben ihtida öyküleri yazıyorum. İzin verirsen senin de öykünü yazayım; Türk okuyucular okusunlar” dediğimde, “Gerçekten mi?  Benim hikâyemi mi yazacaksın?” diyerek bir çığlık attı!                                   

O an Jamimah’ın gözlerini dolduran gözyaşıyla karışık mutluluk pırıltılarını görmenizi isterdim!                                 

Jamimah öyküsünü bana anlattıktan sonra, unuttuğu noktalar  kalmasın diye, hikâyeyi bir de yazılı olarak göndermiş.  Belki de, acı öyküsünün en ince teferruatına kadar bilinmesini istiyordu kimbilir!?                               

Şimdi sizi Jamimah ile başbaşa bırakmak istiyorum:

“Aslında söze nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Çünkü, benim hikâyem çok acı!                                                                  

Müslüman olmadan önceki adım Nakintu Jemimah idi. Atalarımın dini olan İslâm’a girince Cemile adını aldım. Otuz yaşında üç çocuklu bir dulum ve Ugandalı Omuganda kabilesine mensubum. Kraliyetimizin adı “Buganda Kraliyeti”  kralımızın adı  ise Ronald Nuwenda Mutebi’dir.  Afrika’nın bir çok kabilesinde olduğu gibi, Omuganda kabilesi de yüzyıllarca Müslüman olarak yaşamışlar. Ama ne yazık ki, Batılı misyonerler yüzünden kabilenin çoğunluğu Hıristiyanlaşmış. Dolayısıyla, kabilemizde hem Müslümanlar var, hem de Anglikan Kilisesine bağlı Protestan Hıristiyanlar.

Köyde ikamet eden kalabalık bir ailede büyüdüm. 5 kız ve 5 erkek kardeşim vardı.  Ailenin ilk çocuğu bendim ve  ailem için özveride bulunmak hep benim başıma düşüyordu. Babacığım fakir olduğundan hepimizi okutmaya gücü yetmiyordu.  Bu yüzden, kardeşlerim şehirde üniversite okuyabilsinler diye ancak liseye kadar okuyabildim. Kısacası, kendi geleceğimden fedakârlıklar yaparak anne ve babama destek oldum.                                   

Evlenme yaşıma gelince, Ronald Katumba adında çocuklu dul bir adamla evlendim. Ondan iki çocuğum oldu. Eşim seyyar satıcılık yapıyordu. Durumumuz fevkalâde değildi, ama üç çocuğumuzla kimseye muhtaç olmayacak şekilde geçinip gidiyorduk. Çok mutluyduk ve hayallerimiz vardı. Akşamları oturup  geleceğe yönelik planlar yapıyorduk. Karı-koca elimizden geleni yapıp çocuklarımızı okutacaktık ve böylece onlara iyi iş imkânları sağlayacaktık. Ne yazık ki bu güzel hayalleri gerçekleştiremedik! Çünkü sevgili Ronald geçirmiş olduğu elim bir trafik kazası sonunda vefat etmişti. Eşimin ölümü ile hayatım alt üst olmuştu. Ronald erkek kardeşine genel vekâlet vermişti. Kayınbiraderim bankadaki paranın tamamını çekmiş ve bana bir kuruş dahi vermemişti! Neticede; ikisi benim; biri de eşimin olmak üzere, 6, 3  ve 1.5 yaşlarında üç minik kız çocuğuyla ortada kalmıştım. Şaşkındım ve ne yapacağımı bilemiyordum. Çalışmadığım için hiçbir gelir kaynağım da yoktu!                                                                            

Eşimin ölümünden 1 ay sonra, kirayı ödeyemediğim için ev sahibi de bizi kapı dışarı etti.  Çaresiz kalınca, çocuklarımla beraber babama sığındım. Fakir olan babamın kendi sıkıntısı yetmezmiş gibi bir de ben yük olmuştum.                                                    

Geleceğim karanlıktı!.. Kendimi kimsesiz ve kolum kanadım kırılmış hissediyordum. Bu duygular beni bunalttığı için, sık sık intihar etmeyi düşünmeye başlamıştım. Ama, babadan yetim kalan çocuklarımın anneden de öksüz kalmaması için intihardan vazgeçtim.  İşte bu psikoloji ile ağlayarak duâya sarıldım:

“Ey Allahım! Lânetlenmiş şeytanın şerrinden Sana sığınırım. Beni ve çocuklarımı şeytandan ve şeytanî insanların nazarlarından koru. Allahım! Kâinatın sahibi olan ilâh Sensin. Bütün güzellikler Sana âittir. Sen bir şeye ‘Ol!’ dediğinde oluverir.  Şüphesiz ki, Sen kullarına çok acıyansın. Yavrularıma bakıp büyütebilmem için bana sabır ve güç ver ve beni Cehennem külü olmaktan kurtar!”                           

Duâ ettikçe, acım hafifliyor ve göğsüm rahatlıyordu. Sanki birileri damarlarıma güç pompalıyordu!

“Rabbiniz şöyle dedi: “Bana duâ edin, duânıza cevap vereyim.” (Mümin Sûresi, 60)

“Duâ eden adam anlar ki: Birisi var; onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına meded eder.”  İşte ey âciz insan ve ey fakir beşer! Duâ gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesileyi elden bırakma, ona yapış, â’lâ-yı illiyyîn-i insâniyete çık. Bir sultan gibi bütün kâinatın duâlarını, kendi duân içine al. Bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi de. Kâinâtın güzel bir takvimi ol.” (Bedîüzzaman, Sözler,  23 Söz, 5. Nokta)

Duânın bereketine iş buldum

Yürekten yaptığım duâlarımın neticesinde toparlanmaya başlamıştım. Artık, bir an önce başımın çaresine bakmam lâzımdı. Babamın üzerine daha fazla yük olmamak için iş bulmaya karar verdim ve “Uganda İş ve İşçi Bulma Ofisi”ne başvurdum. Ofistekiler; bir mesleğim ve iş tecrübem olmadığı için Uganda içinde iş bulmamın çok zor olacağını, şayet ülke dışında hizmetçilik yapmak istersem bana yardımcı olabileceklerini, Kuveyt’ten hizmetçi talebi olduğunu ve teklifi kabul edersem hemen icraata başlayabileceklerini bildirdiler.                                            

Hizmetçilik teklifini duyunca, birden tüylerim diken diken oldu!  Sübhanallah! Babasının nazlı kızı, Ronald’ın sevgili eşi Jamimah; dili farklı, dini farklı Araplara hizmetçi mi olacaktı!? Sonra yavrularım aklıma geldi. Onların perişan olmaması için, ne iş olursa olsun katlanmaya razı oldum ve “Demek kaderde hizmetçilik de varmış” diyerek teklifi kabul ettim. Pasaport muamelelerim için gerekli olan parayı da akrabalarımdan temin edip ofise  verdim. İşin en acı tarafı da, bakımları kolay olsun diye çocuklarımdan birini görümceme, ikisini de anneme bırakmak zorunda kalmam olmuştu. Ne yapabilirdim? Dayanılması zor olan bu durum karşısında, yüreğime taş bağlamaktan başka yapacağım hiçbir şey yoktu!                           

İşlemlerim kısa sürede bitti ve ben 23.02.2012 tarihinde Kuveyt’e geldim; iki gün sonra da Kuveytli bir ailenin yanında işe başladım. Çalıştığım ev; 3 katlı ve 10 odalı büyük bir villa idi.  Ev halkı kalabalıktı ve gelen giden ziyaretçinin haddi hesabı yoktu! Evde hizmetçi olarak birtek ben vardım ve bütün evin temizliğinden, çamaşırların yıkanıp ütülenmesinden mesuldüm. İşim sabah 6’da başlıyor, gece 9’da bitiyordu. Bu kadar uzun süre hiç oturmadan çalışmaktan dolayı çok yoruluyordum. Çoğu zaman, fırsat bulup karnımı dahi doyuramadan aç karnına sızıp kalıyordum. Evdeki gençlerden birinin adı İbrahimdi. Yüreği merhamet dolu olan İbrahim bana çok acıyor ve yemek saatinde tabağımı yemekle dolduruyordu. Bunu gören annesi ”Çok koyma!” diye oğluna kızıyordu. O da “Anne, vallahi bu yaptığın haramdır. Ne istiyorsun zavallı kızcağızdan? Bırak da miskin karnını doyursun!” diyordu, ama annesine söz geçiremiyordu. 

Birgün, ev sahibesine “Hanımefendi, tek başıma bu kadar işin üstesinden gelemiyorum, bir hizmetçi daha alsanız” dediğimde, kadın ağzına geleni sayıp hakaretler etti. Ben ise, çocuklarımın hatırı için hakarete sabredip ağzımdan “Gık” dahi çıkarmadan işime devam ettim…

İşe başlayalı 9 ay geçtiği halde bir kuruş para vermemişlerdi. Çocuklarıma telefon açıp seslerini duymak istiyordum, ama ona da izin vermiyorlardı. Yüreğim yanıyordu adeta! Merak içindeydim. Acaba minik bebelerim ne yiyip ne içiyorlardı? Geceleri korkuyorlar mıydı? Belki de zamanla beni unutacaklardı kimbilir?  Gece yatarken, gündüz iş yaparken, tesbih çeker gibi dilimde yavrularımın ismi gezinip duruyordu. Ah benim kuzucuklarım, tomurcuk yavrularım! Patience, Desire, Denise…

Evden kaçış!

Günlerim acıyla dolu olarak geçerken, hayatımda bir hareketlenme oldu. Ailenin evli kızlarından biri doğum yapmış, Kuveyt’te âdet olduğu üzere lohusalık günlerini geçirmek için Etiyopyalı hizmetçisi ile beraber babasının evine gelmişti. Adı Aişe olan hizmetçiyi görünce çok sevinmiştim. Ülkelerimiz ayrı, dinlerimiz ve dillerimiz farklı idi, ama hizmetçilik ve zenci olmak gibi ortak kaderimiz vardı. Bu yüzden olsa gerek, Aişe’yi çok sevmiştim.Aişe başı örtülü ve namaz kılan bir Müslümandı. Çocuklarım uğruna çektiğim çileleri ve acılarımı dinliyor ve bir kardeş gibi bana teselli verip nasihatler ediyordu. Aişe o kadar iyi yürekliydi ki, ona hayran olmamak elde değildi ve ben de Aişe gibi olmak istiyordum! Bir defasında, başıma bağlamak için Aişe’den bir başörtüsü istedim. Beyaz örtüyü başıma bağlayınca çok hoşuma gitti. Ayrıca kulaklarım da rahat etmişti. Hanımımdan bana da başörtüsü almasını istedim “Kendi maaşınla alırsın” dedi. Oysa, Aişe’nin söylediğine göre başıma bağladığım örtü, maddî olarak bir kâğıt parçası kadar ucuzdu!

Aişe sadece kendi hanımına hizmet etmekle vazifeliydi. Bu yüzden bana yardımcı olamıyordu. Çok yorulduğumu görünce, “Jamimah, aklımdan hiç çıkmıyorsun. Namazlarımda hep sana duâ ediyorum. Buradaki işin çok zor; Allah sana yardım etsin. Bu şekilde devam edemezsin. 2 yıllık kontratın bitinceye kadar da bunlar seni bırakmazlar. Bence buradan kaçıp seni getiren şirkete dönmenin yolunu bulmalısın. Arzu edersen, ben sana yardımcı olabilirim. Tanıdığım bir taksi şoförü var.  Onu çağırırız; o seni şirkete ulaştırır” dedi.  Aişe zulüm dolu bir hayattan kurtulabilmem için bana tehlikeli bir yol gösteriyordu, ama hemen kabul ettim.  Çünkü artık canıma tak etmişti! Kaderin garip cilvesi işte! Kuveyt’te karşıma biri acımasız, diğeri merhametli iki ayrı Müslüman çıkmıştı. Hanımım doyasıya yemek yememe izin vermiyor; Aişe ise beni ev sahibinin zulmünden kurtarması için Rabbine duâ ediyordu!                                                                          

Aişe ile kaçış planları yaptık ve bir gün fırsat bulup evden kaçtım. Şirkete vardığımda, benim gibi çalıştığı evden kaçan bir çok hizmetçi olduğunu gördüm. Hizmetçiler yerlere oturmuş, kendilerini beğenip alacak yeni evsahipleri bekliyorlardı! Ben de 3 gün boyunca birileri tarafından beğenilmeyi bekledim.  Ne hikmetse, kimse bana bakmıyordu bile! Yerde çömelmiş kara kara düşünüyor ve beni boğulmaktan kurtaracak olan bir can simidi arıyordum! Bu haldeyken, Afrikalı bir çiftin bana doğru yaklaştıklarını gördüm. Birden heyecanlandım    ve gayri ihtiyari olarak yerimden fırlayıp onlara doğru yürüdüm. Sevinçle “Aaa Ugandalı mısınız?” dedim.  Onlar: “Hayır, Somaliliyiz. Bizim evde çalışmak istersen seni alabiliriz” diye cevap verdiler. Nedendir bilinmez, ama bu çifte içim ısınmıştı. Bu yüzden; hiç düşünmeden “Evet” dedim.   

Yeni hanımım Müslüman olmama sebep oldu

Okumuş ve dindar bir hanım olan Fehime  Hanım, Kuveyt Üniversitesinde Öğretim Üyesi olan eşi, çocukları  ve evdeki nine çok merhametli insanlardı. Bütün aile bana çok kibar davranıyorlardı. Maaşımı vaktinde vermişlerdi. Önceki ailede olduğu gibi hizmetçi önlükleri değil, normal kıyafetler giyiyor ve yemek saatinde onlarla aynı sofraya oturuyordum. Yani ailenin bir ferdi gibi olmuştum.

“Onlara (köle ve hizmetçilere) yediğinizden yedirin ve giydiğinizden onlara giydirin.” (Hadis)

“Ücretle çalıştırdığınız insanın ücretini daha teri kurumadan veriniz” (Hadis/ Buhâri)

Fehime Hanım ben söylemeden özel ihtiyaçlarımı gidermişti. Çocuklarımı özlediğimi söyleyince de hemen telefon açmam için izin vermişti. Yavrularımın sesini duyunca, sanki dünyalar benim olmuştu. Sevincimden 1 yıl boyunca çektiğim sıkıntıları unutmuştum.

Fehime Hanımla zaman zaman sohbet dahi ediyorduk! Hikâyemi öğrenince, bana sabırlı olmamı öğütlüyor ve arada da İslâm dininden bahsediyordu. Bizim kabilede Müslümanlar vardı, ama babam onlarla yakın ilişki kurmamızı yasaklamıştı! Bu yüzden, İslâm hakkında hiçbir bilgim yoktu. Dolayısıyla, bana anlatılanları dikkatlice dinliyordum. Fehime Hanım, evdeki kütüphanede İngilizce Mealli Kur’ân-ı Kerîm ve İslâmî kitaplar bulunduğunu arzu edersem okuyabileceğimi söyleyince, temizlik yaparken arada bir de kitaplara  göz gezdirmeye başladım. Baktım ki, İncil’de adları geçen Âdem, İbrahim, Musa, Süleyman, Yusuf, Dâvud, Zekeriyya  gibi peygamberler, Kur’ân-ı Kerîm’de de zikrediliyordu. Okumalarım neticesinde, İslâm’da aracısız  ve herhangi bir seremoni yapmadan duâ edebilme imkânının olduğunu öğrenmiştim.

Hıristiyanlıkta ise böyle değildi. Hıristiyanlıkta, oğul İsa’yı babaya (Allah) aracı yapıyorduk. Benim fıtratım da aracı olmadan duâ etmeyi istiyordu. İşte bu sebeple İslâm’a girmeye karar verdim.    

Kararım Fehime Hanım ve ailesini çok sevindirmişti. Beni alıp Kuveyt İslâm Tanıtma Merkezi’ne götürdüler ve  orada “Allahuekber!” tekbirleri eşliğinde resmen şehâdet getirerek Müslüman oldum. Dönüşte hemen babamı arayıp durumu anlattım. Sevinçle “Babacığım İslâm dininde aracı yok; doğrudan Rabbine yöneliyorsun. Bu çok güzel bir şey. Lütfen sen de Müslüman ol” dedim. Babam “Kızım hepimiz aynı ilâha inanıyoruz. Sen mutlu isen, İslâm’a girmende problem yok” diyerek kararıma karşı çıkmadı. Şimdi tek arzum, bir an önce çocuklarımın yanına dönmek ve onları İslâm terbiyesi üzerine yetiştirmektir.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*