MAKALE

“Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı var mı?”

“Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı var mı ki ibadeti terk edeni Cehennem gibi dehşetli bir ceza ile tehdit ediyor?”

Son zamanlarda hassaten gençlerin merak ettiği bir sualdir:

“Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı var mı ki ibadeti terk edeni Cehennem gibi dehşetli bir ceza ile tehdit ediyor?” Bu soru, dinin temel kavramlarından biri olan ibadetin anlamını sorgulayan önemli bir meseledir. Üstad Bediüzzaman Said Nursî’ye de bu soru yöneltilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bu suale şöyle cevap vermektedir: “Cenab-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın.” 1

İbadet, Allah’ın ihtiyacı için değil, kulun kendi manevî olgunluğu ve ahiret saadeti için gereklidir. Bediüzzaman bu durumu bir misalle açıklar ve bilmana şöyle der: Nasıl ki bir hasta, şefkatli bir hekime (doktora) gitse ve hekim de o hastaya iyileşmesi için birtakım ilaçlar içmesi gerektiğini söylese, hasta hekime: ‘Senin ne ihtiyacın var ki ilaç içmem konusunda bana bu kadar fazla ısrar ediyorsun?’ dese, ne kadar manasız olduğu anlaşılır. Çünkü doktorun ilaç içmesi konusundaki tavsiyesi hastanın iyileşebilmesi içindir. Aynı şekilde, Allah’ın emirleri de insanın ruhen ve bedenen sağlıklı, huzurlu ve dengeli bir hayat sürebilmesi için vardır.

Gerçekten de, Allah’ın emir ve yasakları, insanın fıtratıyla uyumludur. Namaz, oruç, zekât gibi ibadetler insanı manevî olarak arındıran, sabrı ve şükrü öğreten ibadetlerdir. Bunların terk edilmesi, kişinin kendi ruh dünyasında büyük boşluklar oluşmasına sebep olur. Allah, insanları ibadetle yükümlü kılarak onları bu manevî hastalıktan kurtarmak istemektedir.

Peki, ibadet terk edildiğinde Allah neden Cehennem gibi ağır bir ceza ile insanları uyarıyor? Bu sorunun cevabı da mealen şöyle: Bir gemide kaptan, dümeni gitmesi gereken rotaya çevirmezse veya vazifesini akamete uğratırsa gemi ya karaya oturur ya da istenilen yere ulaşamaz. Kaptan, gemi sahibini zarara sokmakla kalmayıp gemideki diğer mürettebata da hem maddî hem manevî büyük bir zarar vermiş olur.

İşte bu kâinat da bir gemi gibidir. İnsan da bu geminin sorumlu yolcularından biridir. Kendi vazifesini terk eden insan, yalnızca kendine zarar vermekle kalmaz; çevresindeki varlıkların düzenini de bozar. Bunun yanı sıra, Allah’ın insana ihsan ettiği sayısız nimet vardır. Göz, kulak, akıl gibi nimetlere karşı insanın teşekkür etmesi gerekir. Teşekkürün en yüksek mertebesi ise ibadettir. Nankörlük ederek bu nimetleri yok saymak, büyük bir haksızlık ve gaflettir.

Bediüzzaman Hazretleri bu noktada şöyle der: “Ey nefis, böyle ebleh olmamak istersen Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle.”2

Sonuç olarak, ibadet bir zorunluluk değil, insanın kendi kurtuluşu ve huzuru için bir lütuftur. Allah bizim ibadetimize muhtaç değildir, fakat biz ibadetle anlam kazanırız. İbadeti terk etmek, insanın hem dünya hem de ahiret hayatına zarar veren büyük bir kayıptır. Bu yüzden ibadeti bir yük değil, bir şifa kaynağı olarak görmeliyiz. Vessselam.

İlgili Makaleler

Dipnotlar:

1- Lem’alar, Yirmiücüncü Lem’a, Hatime.

2- Sözler, Birinci Söz.

Süleyman Alp Özcan

Benzer konuda makaleler:

Yeni Asya

“Asrın müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin telif ettiği Risale-i Nur’ların medyadaki katıksız dili olmaya özen gösteren Yeni Asya, sağduyulu çizgisinden ödün vermeden ‘doğrunun yanında haklının sesi’ olarak milletimizin gönlünde taht kurmuş bir misyon gazetesidir.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu