Allah´ın bizim ibadetimize ihtiyacı var mı?

Allah’ın bizim ibadetimize ve kulluğumuza ihtiyacı mı var? Hayır, asla!.. Madem ihtiyacı yok, öyleyse neden Kur’an’da şiddetle ve ısrarla ibadeti emrediyor; terk edenleri şiddetle ve Cehennem gibi bir ceza ile tehdit ediyor? En mutedil bir üslup üzere gelen ve merhameti daima öne çıkaran Kur’an’ın üslubuna bu nasıl uygun düşüyor?

Hem de cüz’î bir kulun cüz’î bir ameli terk etmesinden dolayı böyle şiddetle tehdit edilip zecredilmesi merhametli olan Kur’an’ın üslubuna nasıl yakışıyor?

Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi bizim ibadetimize ve kulluğumuza ihtiyacı da yoktur. İbadete ve kulluk etmeye ihtiyacı olan biziz. Manen yaralı ve hastayız. Yaralarımızın ve hastalığımızın ilacı ise kulluk etmek ve ibadet etmektir.

Hastalığımızdan dolayı bir hekime gitsek, hekim de bizim hastalığımızın ciddi olduğunu teşhis etse ve verdiği ilaçları tekrar tekrar kullanmamızı tavsiye edecektir. Aman ha bu ilaçları kullanmayı ihmal etme dese; biz de dönüp hekime desek ki, “senin bu ilaçlara ne ihtiyacın var da bana böyle ısrarla kullanmayı tavsiye edip duruyorsun” desek ne kadar manasız bir söz olmaz mı? Hekimin kullanmamızı ısrarla tavsiye etmesi onun bize olan merhamet ve şefkatindendir. Bizi çok seviyor ve derdimizin devasını da en iyi o bildiği için o ilaçları kullanmadığımız tekdirde çok büyük zarar göreceğimizi de biliyor ve bize acıdığı için ısrar etmektedir.

Cehennem gibi bir ceza ile şiddetli bir şekilde tehdit emesi ise, bütün mahlûkatın hukukunu korumak için böyle yapıyor. “İbadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder. Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve her biri birer mektub-u Samedânî ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye olan mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid,  perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder. (Lem’alar, s. 310)

Allah’ın, böyle şiddetli bir şekilde ceza ile tehdit etmesi mahlûkatının hukukuna tecavüz eden birine karşı mahlûkatının hukukunu korumak içindir. İbadetten gaflet edip veya inkâr edip terk eden insan, bütün varlıkların kemâlâtının zıddına bir yol takip ediyor ve manen onların haklarını çiğniyor. Allah da bütün mahlûkatının hukukunu koruma adına ibadeti terk edenden şikâyet ediyor ve onları şiddetli bir şekilde tehdit ediyor.

İbadeti terk eden insan, kendi âlemini de karartmaktadır. Allah şu dünyada her insana hususi bir âlem vermiştir. Bu hususi âleminin rengi ise o insanın inancına ve ameline göredir. Sevinçli biri âlemi hep sevinçli görür. Üzüntülü biri de bütün varlıkları kendi matemine iştirak ediyor olarak görür. İnkâr eden insan kendi âlemini kararttığı gibi bütün mahlûkatın dünyasını da karartmaktadır. İbadeti terk etmesini ve inkârını bütün âleme sirayet ettirmektedir.

İnsanın nefsi kendinin değil, Rabbinden kendisine verilmiş bir emanettir. İbadeti terk eden insan kendi nefsine de zulmetmektedir. Nefs-i emmaresi onun dünyasını da karartmaktadır. Nefsin hakkını nefs-i emmaresinden almak için dehşetli şekilde tehdit etmektedir.

“Elhasıl, ibadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder—nefis ise Cenâb-ı Hakkın abdi ve memlûküdür—hem kâinatın hukuk-u kemâlâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet, nasıl ki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemâlâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlâhiyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstehak olur.”  (Lem’alar, s. 311)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*