“Allah’ın indirdikleri” için bir Afyon dersi

Maide Sûresinin—mealen—“Kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse…” diye başlayan 44, 45 ve 47. âyetleri, Bediüzzaman ve talebelerinin 1947-49 yıllarında tutuklu olarak yargılandıkları Afyon mahkemesinde de gündeme getirilmiş. Said Nursî’nin önde gelen talebelerinden Ahmet Feyzi Kul tarafından.

Derin ilmi, ince kavrayışı ve güçlü hitabeti ile temayüz eden Kul, müdafaalarından birinde bu âyetlerden yola çıkarak mahkemeyi ikaz etmiş.

O zaman çok genç yaşta olan Ceylan Çalışkan da savunmasında biraz “siyaset-i diniye” yapıp hükümetin icraatına tenkitler yöneltmiş.

Ancak Bediüzzaman bu durumdan haberdar olduğunda, Ceylan’a kısa aralıklarla iki ayrı uyarı mesajı göndermiş. Bunlardan birincisi şöyle:

“Ceylan! Şiddetli bir ihtar ile bildim ki, sen ve Ahmet Feyzi, Nurun mesleği olan mübareze etmemek ve ehl-i dünya ile uğraşmamak ve siyasete girmemek ve yalnız lüzum-u kat’î olduğu zaman kısaca müdafaa etmek haricinde pek ziyade zararlı, mübarezekârane ve siyasetvari mahkemedeki okuduğunuz parçalar Nurlara çok zarar vermiş. Hattâ bizim cezamıza ve benim sıkıntılarıma sebebiyet vermiş. Ben senden ve Ahmet Feyzi’den gücendim. Fakat bana evvelce göstermek lâzımdı. Madem kaza-yı İlâhî olarak o vaziyet size verilmiş, onun tamiri için benim tarzımda davranmak lâzımdır. Feyzi dahi bütün kuvvetiyle siyasî müdafaatı bırakıp Nurlarla—ve Tahirî gibi—yeni talebelerle meşgul olmak elzemdir.” (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, c. 4, s. 102)

Peşinden gönderilen ikinci mesaj, meseleyi daha da açıyor ve konumuzla doğrudan ilgili:
“Ceylan! Evvelâ size yazdığım ihtarı teyid eden bir haber aldım ki, demişler: ‘Hani ya Said diyor, Risale-i Nur’un siyasetle hiç alâkası yok ve siyasete alet olmaz. Halbuki onun hizmetçisi aynen Sebilürreşad gazetesi gibi siyaset-i diniye ile lüzumsuz itiraznamesinde hükümetin icraatını tenkit etti ve bir şakirdi dahi—mealen—“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir” âyetini mahkemeye karşı sarf etti.’

“Şimdi gayet ihtiyat ve dikkat ve teyakkuz ve temkin ve sükûnet elzemdir. Ve gösteriş ve hodfuruşluk ve benim müdafaanamedeki dâvâlarımı tekzip etmemek lâzımdır.” (a.g.e,, s. 104)

Bir başka mektupta da şöyle bir ikaz var:
“Karşımızda bir-iki mason var. Onlar haklı müdafaatınızı aksülamel yapıp aleyhimize çevirerek mahkemeyi de aldatırlar. Bunun için onlara karşı çok konuşmak zararlıdır. Siz de gördünüz, ne kadar yanlış mânâlar verip aleyhimize çevirdiler. Benim müdafaatımı okumaya meydan vermediler ki, foyaları ve desiseleri meydana çıkmasın. Tâ efkâr-ı âmmeyi (kamuoyunu) ve mahkemeyi aldatabilsinler.” (a.g.e., s. 105)

Bu üç mesajı topluca yorumlayacak olursak:
Tek parti devrinin son demlerinde açılan Afyon mahkemesi, yıllardır çok zor şartlarda verilen ve çetin engelleri aşarak o günlere getirilen iman ve hürriyet mücadelesinin çok kritik bir aşamasını ifade ediyor. Ve Said Nursî aktardığımız mesajlarıyla, o ortam ve şartlarda nasıl hareket edilip nelerden kaçınılması gerektiğinin son derece önemli ölçü ve prensiplerini veriyor.

Ve Ahmet Feyzi Kul’la Ceylan Çalışkan’ın 14. Şua’ya konulan son müdafaaları, bu prensipler çerçevesinde kaleme alınıyor (Şualar, s. 872-86)

Bilindiği gibi, önceki dâvâlardan çok daha zorlu geçen Afyon sürecinde mahkeme Bediüzzaman ve talebelerini mahkûm etmiş, bu kararın temyizde bozulmasına rağmen ısrarını sürdürmüş ve bu durum, maznunların, hükmedilen ceza süresini tutuklu olarak hapiste tamamlamalarını netice vermişti. Böyle önyargılı bir mahkemeye rağmen dâvâyı beraatle sonuçlandırmak için—ki yıllar sonra da olsa o neticeye varıldı—Said Nursî’nin ne gibi zorluk, sıkıntı ve engellerle uğraşmak zorunda kaldığı, sonunda herşeye rağmen başarılı olduğu ve bu başarının önemi, bu örnekler ışığında daha iyi anlaşılıyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*