Almanya siyasi partilerinin yakın tarihlerini incelediğinizde, 1970’lerin sonuna kadar düzenli bir grafiği takip ediyorsunuz. Bu zamana kadar gelen çizgide yer alan partiler, Almanya demokrasisinin geleneksel partileri olarak kabul ediliyor. Fakat bu yıllardan sonra partilerin seçmenlerinde kafa karışıklığını açıkça görebiliyorsunuz.
Almanya’ya misafir işçi veya benzer statüyle dışarıdan gelenlerin zaman içinde vatandaş olduklarını ve seçmen olarak bir kitle teşkil etmeye başladıklarını görüyoruz. Ayrıca seçmenlerin kimliklerinde de bir karmaşa oluşuyor. Kendilerini hürriyetçi ve hatta dindar olarak tanımlayanların, temelde dine karşı olan Yeşiller hareketine oy verdiğini görüyoruz. Bu kafa karışıklığını hürriyetçilik veya solculukla ifade etmek zordur. Bunu çok kültürlülüğe taraf olmakla da izah edemiyoruz. Yani sınırları ve tarifleri yapılmamış çok kültürlülüğü herkes farklı anlayabiliyor.
Burada sıkıntıya giren iki seçmen kitlesini görmemiz de mümkün. SPD’ye oy veren bir kısım sosyal demokratların, yeterince sosyal devleti önemsemediğinden buradan ayrılıp Yeşiller’e katılanları gördüğümüz gibi, yeterince Alman milletinin temel değerlerini temsil etmediğinden CDU’dan uzaklaşan bir başka seçmen kitlesi de görüyoruz. Bunlardan bazıları tepkisel olarak küçük partilere gidebiliyorlar. Lakin Yeşiller’in marjinallikten çıkıp Almanya partisi olduğu ve iktidara da geldiği zamanlarda, milli kimlikçilerin iyice ırkçı çizgilere yöneldiğini de görüyoruz. Bu ise Hristiyan partilerinin siyasetteki zaafına yol açacaktı.
Olaya biraz daha dışarıdan veya yüksekten bakabilenler, mevcut geleneksel partilerin meşhur Alman seçmen kimliklerinden uzaklaştığını ve hatta milli olmayı bir eksiklik ve günah olarak gördüklerini söyleyebilir. İşte bu nokta, milli Alman kimliğini silikleştirdikçe, ülke de milli olmaktan uzaklaştı. Bu noktada şu ayrıntıyı da verelim: Milli olmak ile milliyetçi/ırkçı olmak arasında önemli farklar vardır. Almanya gibi, tarihinden dolayı milli reflekslere karşı önyargılı olan bir ülkede, olması gereken milli değerlerin siyasette itibarsızlaştırılması, günümüz siyasetinin kaydığı tehlikeli noktayı gösteriyor.
Bize sorarsanız, Almanya için hiç de hoş olmayan bu neticeye gelişimizin asıl nedeni Helmut Kohl’ün kuruluşuna yardımcı olduğu Yeşiller hareketidir. Ülkenin dengesini veya şirazesini bozan bu hareketin Almanya siyasetine İngiltere üzerinden ithalinin hikmeti hala açıklanamadı. Bunu; ne çevre ve tabiat sevgisiyle, ne çok kültürlülükle, ne sınırları belirlenmeyen liberalizmle ve ne de yabancılara yakınlıkla açıklamamız mümkün değildir. Bu hareketin Londra’dan Almanya’ya ithal edilmesi, partileşme ve büyüme sürecindeki giderlerinin dışarıdaki sermayeyle karşılanması ve programlarının net olmaması, ister istemez çoğu seçmenin zihninde kötü senaryoları çağrıştırıyor. Almanya olarak milletin bütünlüğünün Almanya üzerinden Avrupa Birliği’ni zayıflatmaya ve Almanya’yı geleneksel müttefiklerinden uzaklaştırarak bilhassa ekonomisini zayıflatma gibi birçok mücerret şüphelerin zihinleri doldurduğunu da okuyoruz.
Yukarıdaki düşünceye hak verdiğimizde, bu tehlikenin yalnızca Almanya için değil; diğer AB ülkeleri için de geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Barış, birliktelik, ortaklık ve dünyanın diğer kutuplarına karşı üçüncü bir denge kutbu olarak ortaya çıkmış Avrupa Birliği’ni hedefinden alıkoymak isteyenler, Yeşiller hareketini organize etmiş olabilirler. AB ülkelerini milli kimliklerinden uzaklaştırarak, suni bir Avrupa kimliğiyle bir araya gelen ittifakın elbette hiçbir manası olmayacaktı.
Çünkü Almanya’ya dayatılan bu kimliğin içi bomboştu. Sefahat, eğlence, tüketim çılgınlığı ve mantıkla ilgisiz projelerle Alman gençliğini meşgul etmek istiyordu. Bu kimlik Almanın iki defa Avrupa Birliği’ni kurmuş esas kimliğiyle asla uyuşmuyordu.
Hele AB ülkelerindeki özel sektöre birazcık ticari rüşvetler de verildi mi, artık üye ülkelerinin idari disiplinleri, tanınırlıkları ve ağırlıkları elbette iyice zayıflayacaktı. Bu ise küresel düzeyde AB’yi yollarında engel olarak görenlerin işine yarayacaktı. Nitekim günümüzdeki Avrupa siyasetlerini bu şekilde okuyabiliriz.
Diyeceksiniz ki, diğer partiler için de böyle bir yaklaşım söz konusu olamaz mı? Olamaz diye bir şey yoktur. Olabilir. Fakat diğer partilerin kimliklerindeki tanımlar, renkler, şeffaflık ve tarihçeleri, bu partileri Yeşiller’den tamamen farklılaştırıyor. Parti olarak bu grubu, AB, barış ve demokrasi düşmanlarının kullandıkları Truva atına da benzetebiliriz.
Bu mülahazalarla diyoruz ki, Avrupa ve Almanya demokrasisi için Yeşiller hareketi yalnızca bir zarardır. Ülkenin bütünlüğü, milletin beraberliği ve demokrasinin meclislerde yeteri kadar aksetmesi, Yeşiller hareketinin federal ve eyalet meclislerinden yeteri kadar uzak durmasıyla orantılıdır.
Benzer konuda makaleler:
- Mehmet Kutlular: Şahsa değil sisteme bağlıyız
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da
- Mehmet Kutlular: Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti
- Müflis Proje: KEMALİZM
- Risale-i Nur yasağı Rusya’ya yakışmıyor
- İslam ve Demokrasi
- Yeşil makyajlı kızılı tanıyor musunuz?