Altı günde altı vilâyet ziyareti…

Geçen senenin son aylarında ABD ye yaptığımız seyahatin dönüşünde yazdığımız seyahat notlarının sonunu şu ifadelerle bitirmiştik. “Bizi karşılayan dostlara, Amerika’da öyle çok ahım şahım bir özellik olmadığını, bizim cennet vatanımızın bambaşka olduğunu belirterek, “Oturun oturduğunuz yerde. Ne var sağda solda? Gezecekseniz kendi memleketinizi gezin. Dil bilmezsin, yol bilmezsin. Adam, daha dede memleketini görmemiş, kalkmış elin gâvurunun memleketine gidiyor. Ondan sonra da ‘helâl gıda, Türk lokantası’ ara dur. Hâlbuki cennet vatanın her bir köşesinde görülecek, yenilecek o kadar çok şey var ki!..”

Evet, işte bu görüşlerimizi takviye eden, altı günlük bir seyahat için yollara düştük. Cennet vatanın Güneydoğu Anadolu bölgesinin dört vilayetine ziyaret için, (gidiş ve dönüşteki İstanbul ve Ankara ile birlikte) altı günde altı vilayeti ziyaret etmiş olduk.

Diyarbakır ve Gaziantep vilayetlerine, iş yerimizin bağlantılı olduğu bir takım iş görüşmelerinden dolayı ziyaretlerde bulunmak için; 22 Mayıs günü İstanbul’dan Diyarbakır’a hareket ve 26 Mayıs günü de Kahramanmaraş’tan Ankara’ya dönüş şeklinde uçak biletlerimizi almış ve seyahat edeceğimiz vilayetlerin bir plânını yapmıştık. Fakat Diyarbakır uçağının hareket saati, biraz sabah erken saatlerde olduğu için, arkadaşlarla, Bursa’dan gece yarısı gidip uykusuz kalmaktansa, bir gün önce gidip, İstanbul’da geceleyerek sabah oradan havaalanına gidişin daha kolay olacağını kararlaştırıp öyle yaptık.

22 Mayıs Çarşamba ikindiden önce Bursa’dan arabamızla hareket edip, akşam namazından önce İstanbul Anadolu yakasına vâsıl olduk. Gece kalacağımız yere valizlerimizi bırakıp, Eyüp Sultan’da akşam namazını kılmaya niyetlendik. Bulunduğumuz yere hemen yakın metro istasyonu vardı. Oradan Metroya binip, boğazdan geçen tüp geçit olan Marmaray ile karşıya geçmeyi plânladık. Tabi ilk defa binip, karşıya boğazın altından geçeceğimizden heyecanlıydık. Enteresan duygularla karşıya geçip, Eyüp Sultan’da akşam namazımızı kılıp, Piyerloti Tepesinde çay içip, Eyüp Sultan Kabristanında bulunan Nur Talebesi ağabeylerimize Fatihalar okuyarak, kalacağımız yere döndük.

23 Mayıs Perşembe sabah saatlerinde, Kurtköy Havaalanına geldik. Orada uçağın kalkış vaktini beklerken, facebooka şöyle bir baktım. Kahramanmaraş’ın fedakârlarından Atilla Yılmaz kardeşin, Kıbrıs’a konferans vermek üzere gittiğini öğrendik ve ona da  hem bir selâm verip, hem de bizim hafta sonu Kahramanmaraş’a geleceğimizi söyledik. Çok sevindi ve “ağabey, çok isabet olmuş, o akşam da kandil gecesi, siz o akşam sohbet yaparsınız” dedi. Biz “yok dinlemeye ve arkadaşlarla tanışmaya geliyoruz” dediysek de, pek kurtulamadık.

Uçağımıza binip, öğleden önce Diyarbakır’a indik. Bu benim, Diyarbakır’a ikinci gelişimdi. Niyetimiz o akşam, orada kalmaktı. Bizi karşılayan ekibimizle birlikte, incelemede bulunacağımız tesise doğru giderken, Diyarbakır’da bulunan dostlarımızla bir telefon görüşmesi yapıp, akşam onlarla bir araya gelmeyi düşündük. Orada bulunan kadim dost kardeşim Celal Şengül’ü arayayım diye telefonun rehberini açtım, fakat birkaç gün önce rehberdeki bin civarında hafıza kaybından Celal kardeşin telefonu da nasibini almıştı. Aklıma, yanımda devamlı bulundurduğum, Türkiye’deki Yeni Asya bürolarının telefon rehberi geldi. Oradan bakayım dedim. Diyarbakır’daki irtibat telefonunu aradım. Karşımdaki ses Celal değildi, ama ben yine de kendimi tanıttım. Fakat karşımdaki ses beni çok soğuk karşıladı. Celal kardeşi sordum, tanımadığını söyledi. İçimden “ah Diyarbakır’daki ihtilâf!” dedim. “Bir de bir şey yok diyorlar. Bu nasıl yoktu?” diye hayıflandım. Neyse, başka bir yerde telefonumdan silinmemiş bir numaradan Celal kardeşin telefonunu alarak, ona ulaştım. Akşam için program yaptık. İşimizle alâkalı incelemeyi bitirip, şöyle bir Diyarbakır turu yapalım dedik. Mihmandarımız bizi Ulucami’den, kaleye kadar, her tarafı gezdirdi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin önündeki hem Türkçe, hem de Kürtçe yazılarla, binanın adını gördük, garibimize gitti tabiî. Celal kardeşler, akşam bizim için bir program yapmışlardı. Fakat arkadaşlarımızla yaptığımız istişarede, gece Urfa’da kalmayı kararlaştırdık. Bunu Celal kardeşe bildirip, ama hiç değilse, en azından bir çay içmek için oğlu Fatih kardeşimizin eczahanesine uğrama sözünde bulunup, o tarafa gittik. Fakat birden müdhiş bir yağmur bastırmıştı. Akşam namazı için onlara yakın camiyi tarif ettiler. Meğer orada yapılan büyük bir camiye, “Bediüzzaman” ismini vermişler. Bu bizim için iyi bir sürpriz oldu. Namazdan sonra imam bizim bildiğimiz geniş tesbihatı (tam olmasa da) yaptı. Namazdan sonra Celal kardeşlerle  bir çay ocağında biraz görüşüp, oradan ayrılıp Siverek ve Hilvan üzerinden Urfa’ya gece girdik.
Sabah kalkınca, Cuma namazını “Gaziantep’te kılalım” dedik. Ama dergâh, Halilürrahman, Balıklı Göl ve Üstadımızın vefatından sonra defnedildiği, fakat 27 Mayıs 1960 ihtilâlinin nebbaşları tarafından cesedine de rahat verilmeyip başka yere nakledilen boş mezar yerini ziyaret ettik. Urfa’ya en son 1979 senesindeki mevlid için gelmiştik. Aradan otuz beş sene geçmiş. Orada da aklımıza gelen bir-iki ismi aradık, hani hiç değilse ayaküstü belki görüşebiliriz diye. Ama o arkadaşların mazeretleri yüzünden görüşemedik. Balıklı Göl ziyaretinde bulunurken çekildiğimiz resimleri facebookta paylaşmıştık. Biraz sonra bilmediğim bir telefon aradı. “Osman ağabey ben Nihat Çiçek” dedi. Meğer bizim fedakâr Yeni Asya temsilcimiz Nihat kardeş, bizi facebookta görünce, hemen İstanbul gazete merkezimizi arayıp, bizim telefon numaramızı almış ve hemen de arayarak “ağabey, hemen geliyorum” dedi. Tabiî fedakârlık başka bir şeydi. Daha önce aradığımız arkadaşlarımızla mülâki olma durumumuz olmayınca, vakitsizliğimizden başka kimseyi arayamamıştık, ama Nihat kardeş  bizi buldu ve biraz da olsa muhabbet edebilmiştik.

Urfa’dan ayrılarak, Cuma namazında Gaziantep’te olmak üzere hızla hareket ettik. Yolda, Gaziantep’in fedakârı Celal Sağır Ağabeyimizi aradık ve akşam sohbet olduğunu öğrenince de, gelebileceğimizi bildirdik. Antep’teki gündüz programı ve iş yeri incelememizden sonra, akşam arkadaşların bulunduğu yere gittik onlarla mülâki olduk. Buraya da en son, Yeni Asya seyahat ekibinin 2011 yılındaki “100. Yılında hutbe-i Şamiye” için Suriye’ye giderken uğramıştık. Cuma ve Cumartesi ikindiye kadar Gaziantep’te kalıp, ikindi vakti oradan ayrılıp, Kahramanmaraş’a doğru yola koyulduk.

Bu bölgede görmediğim bir vilâyetti Kahramanmaraş. Mir’ac Gecesini orada ihya ettik. Arkadaşlarımızla, taş gibi sağlam cemaatimizle hemhâl olup, ertesi sabah erkenden uçakla Ankara’ya, orada bir gece kaldıktan sonra da, memleketimizi gezmenin, seyahat etmenin başka bir güzellik olduğunun idraki içinde Bursa’ya dönmüş olduk elhamdülillah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*