Ameline Değil, Rabbine Güven

İstenmeyen ve rahatsızlık veren alışkanlıklardan kurtulmanın en etkin yolu bu alışkanlıkları terk etmekten çok olumlu bir yöne kanalize etmektir. İnatçılığınızı mânevi hizmetlerde sebat şeklinde, kıskançlığınızı olumlu yönde bir rekabet ve iyilikte yarış şeklinde, kısacası bütün kötü alışkanlıklarınızı ve istemediğiniz davranışlarınızı kendileri ile uyumlu olumlu bir şekle dönüştürebilirsiniz. Bunu, terk etmeye çalışmaktan çok daha kolay bir şekilde başarabilirsiniz.

İslam dini çerçevesinde yaşamanın esaslarından olan esnek yaklaşım, her hale genel prensipler çerçevesinde ve ana çizgiden sapmadan uyum sağlamak ve her işin bir kolayını bulma gayreti içine girmeyi gerektirir. Çok keskin değişmez ve katı kurallar, oldukça sınırlı ve ferdin hayatını sıkıntıya sokmayacak şekildedir. Bütün dinler ve hepsinin temel kaynağı olan İslâm, gerek sosyal hayatta ve ferdi hayatta kurallarını yerleştirirken ve gerekse uygulamalarında insan psikolojisini nazara alan bir esneklik hali sergilemektedir. Bütün fiillerin şekli kısmı bir çerçeve çizmek açısından önemli olmakla birlikte, o fiilin aslını ve özünü teşkil eden manalar ve bu anlamda Rabb-ı Kerim ile kul arasındaki sıcak ve samimi ilişki ve muhabbet bağlantısı hep ön plandadır. Bu anlamda Alemlerin Rabbi’ne karşı içten olmak, samimi olmak, O’na muhabbetini her şeyin üstünde tutabilmek çok önemlidir. Bu yönüyle bakıldığında amellerin, yani kulluğu ifade amacı ile işlenen fiillerin niyetlere göre hüküm alması daha iyi anlaşılacaktır. Bu, kesinlikle, kulluk vazifelerini yapmadan “Benim kalbim temiz” türünden ifadelerle ibadetlerde tembellik ya da umursamazlık anlamına gelmez. Zaten, işin aslını samimiyet oluşturacaksa, bu tavırların hiç birinde gerçek samimiyetin olduğundan bahsedilemez. Gerçek samimiyet, elinden gelen hassasiyet içinde kulluk vazifelerini yerine getirip bunun ardından ortaya çıkabilecek, net olarak belli olmayan şüphe düzeyindeki eksiklik ve noksanlıkları düzelteyim derken kulluk vazifesini asli mecrasından uzaklaştırmamak olmalıdır. Böyle bir durumda Rabbü’l- Alemin ile kul arasındaki sıcak bir iletişimin ve muhabbeti ifadenin zemini olan ibadetler, sadece şekli unsurların ön plana çıktığı ve bütün sıcaklığını kaybetmiş, duygu boyutundan uzaklaşmış mekanik bir yapıya dönüşebilmektedir. Esas mesele bu ibadetleri emreden ve bu vesileyle kulun kendisine yönelip yakınlaşmasını arzu ettiğini bildiren Zat-ı Zül’cemal’i razı etmek, O’na muhabbetle yönelip muhabbetini celbetmek olmalı iken bir noktanın ıslanıp ıslanmadığı, üç mü dört mü rekat kılındığı gibi meselelerle bu muhabbet ilişkisi bir azaba dönüştürülmektedir. O’nun huzurunda iken bütün alemlerin Rabbi’ne dayanmış olmanın, Kâinat Sultanı’nın kendisi ile muhatap olup ilgilenmesinin ve huzuruna kabul etmesinin tarif edilmez mutluluğunu ve emniyet hissini yaşaması gereken kul, yersiz vehim ve vesveselerle bu mutluluk anını bir azaba dönüştürebilmektedir. Bu hal aslında esneklik olan ve hiçbir işinde zorluk bulunmayan bir dinin yaşantı şekli ile bağdaşmamaktadır. İbadetler yerine getirilirken kulun aleminde bir huzur ve rahatlama yerine huzursuzluk, endişe, sıkıntı hali varsa, bu durum tek başına ibadet esnasında şeytanın müdahalesinin işaretidir. Böyle bir durumda şeytanı devre dışı bırakmanın ve susturmanın en güzel yolu dinde zorluk olmadığını hatırlayıp, böyle bir zorluğun dinden değil, şeytandan kaynaklandığını düşünüp düzeltme yönünde bir gayret içine girmemek ve oralı olmamak en akılcı yoldur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*