Amerika’daki Nur hizmetleri ve ilginç birkaç hatıra

NEW JERSEY – Amerika seyahatimizin ikinci ve üçüncü haftasındayız. Buradaki kardeşlerimizle, yakınımızda olanlarla yüz yüze, biraz uzakta olanlarla da teknolojik imkânların yardımıyla haberleşmemiz devam ediyor.

Cenâb-ı Hakk’a sonsuz şükürler olsun her gün yeni bir hizmet ve yeni bir olayla karşılaşabiliyoruz. Kâinat tatlı sürprizlerle dolu.

Geçen Cuma günü, İslâm Merkezi olarak bilinen, Filistinli Müslümanların çoğunlukla geldikleri bir merkezde Cuma namazını edâ etmek nasip oldu. Hutbede imam İslâm dünyasının ve Müslümanların acınacak hallerinden ve kurtuluş çarelerinden bahsetti. Filistin ve özellikle Gazze’deki son saldırılardan dolayı birlik beraberlik içinde başkan Obama’ya kadar uzanacak bir organizenin birlikte sürdürüleceğini izah etti. Cemaatten bu konuda yardım istedi. Burada kırk yıldır cemaatin en ön safında, imamın arkasında namaz kıldığına herkesin şahit olduğu çok değerli bir cemaat ferdinin iki gün önce vefat ettiğini hazin ifadelerle izah etmeye çalıştı.

AMERİKA’DA İLK DEFA BİR MÜSLÜMANIN CENAZE NAMAZINI KILDIM

Cuma namazını kıldıktan sonra ani bir hareketlilik oldu. Kırk seneden beridir bu şehirde yaşamakta olan ve içinde bulunduğumuz cami ve külliyenin yapımında çok emeği geçen, Pakistan asıllı çok değerli Muhammed Kureyşi isimli Müslümanın cenazesi ön tarafa getirilip cenaze namazı için saf tutuldu. Camiyi bir hüzün bastı. İmam efendi ağlayarak onun cenaze namazını kıldırdı. İmam efendi merhumun İslâma, Müslümanlara yaptığı hizmetler hakkında çok güzel şeyler söyledi ve ağlayarak cenaze namazını kıldırdı. Cenaze namazının kılındığı caminin ve etrafındaki Müslüman okulunun alınmasına ve yapılmasına Süleyman Kurter Ağabeyle birlikte kırk sene önce çok büyük katkıları olan müttaki bir Müslümanmış merhum Muhammed Kureyşi. Süleyman Ağabey çok yakın arkadaşı olduğu için cenaze namazından sonra Müslüman mezarlığına kadar defnedilmesine gitti. Allah rahmet eylesin. (Âmin)

O akşam dershanemizde İngilizce Risale-i Nur dersi vardı. İlk dersi Süleyman Ağabeyin oğlu İmran yaptı. Bizim için de Türkiye’deki hizmetlerle ilgili olarak bir konuşma yapmamızı planlamışlardı. Ben de İngilizce olarak Türkiye’deki Nur hizmetlerinin gayesini, yapılan faaliyetleri ve Risale-i Nur’un gayesini, Bediüzzaman’ın hayatını, dâvâsını, kısaca hayat serüvenini, Yeni Asya misyon ve meşrebinin gayesini ve kırk seneyi aşkın yaptıklarını, bir Mü’min ve Müslüman olarak bize düşen sorumluluk ve vazifelerin neler olduğunu kısaca maddeler halinde dilimin döndüğü kadar anlatıp izah etmeye çalıştım.

Cumartesi günü Milwaukee’deki son günümüzdü. Bunun için Süleyman Ağabeyle birlikte dâvâmız adına Türkiye’yle ortak neler yapabileceğimizi detaylı bir şekilde son defa gözden geçirerek maddeler halinde yazıp karşılıklı teyitleştik. Akşam da geç saatlere kadar Yusuf kardeşimizin evinde burada bulunan genç ve dinamik doktor Kerim kardeşimizle birlikte hizmet konularında neler yapmamız gerektiği üzerinde güzel bir sohbet ettik.

Pazar günü sabahı artık New York’a doğru uçma zamanıydı. Havaalanına geldiğimizde, yetkililerden daha önce aldığımız aktarmalı uçak biletimizin değişikliğe uğradığını, aktarmalı yerine direkt New Jersey’e uçacağımızı öğrenince sevindim. İki saat süren uçak yolculuğunda Orta–Kuzey Amerika’dan Amerika’nın en doğu kıyısı New York’a uçarken bu ülkenin o geniş uçsuz bucaksız verimli ve mümbit ovalarının olduğu manzaraları uçağın penceresinden net olarak görmek çok muhteşemdi. Adeta bir iç deniz görüntüsünde olan “Michigan Gölünü” enlemesine geçtikten sonra havanın açık olması, koltuğumun da müsait yerde olmasından istifade edip muhteşem manzaraların bol bol resimlerini çekip arşivime kaydetmek üzere sakladım.  

Böylece üç yıldan beri geldiğim Amerika’nın bu defa çok büyük bir bölümünü havadan da görüp fikir sahibi olmuş oldum. Düzenli şehirler, müthiş bir hava ve kara trafik ağı, harika ve çok sayıda göller, kıvrım kıvrım uzanan nehirler, fabrikalar ve muhteşem ormanlar Amerika’nın bir başka veçhesini gösteriyordu.

MEŞHUR “SANDY KASIRGASININ” MERKEZİ NEW JERSEY’DEYİZ

New Jersey’in Newark hava limanına indiğimde, babası Mehmet Beyle üç yıl görüştüğümüz, kendisiyle de telefon ve internet ortamında çok görüştüğümüz, fakat yüz yüze görüşemediğimiz genç, heyecanlı, samimî, halis ve gayretli mübarek Ahmet kardeşimiz beni karşıladı. Öğle namazı çok daraldığı için hemen park yerinde öğle namazını eda edip dershanemize geldik.

New Jersey, çoğumuzun hatırlayabileceği gibi geçtiğimiz hafta ve günlerde Cenâb-ı Hakk’ın belki bu ülkeye, idarecilerine ve insanlarına dünyada sebep oldukları zulümlere karşı en büyük ikazlarından birisi olan o meşhur “Sandy Fırtınasından” en fazla etkilenen ve adeta hışmına uğrayan eyaletiydi. Çok ilginç, buradaki fırtınanın merkezi “Atlantic City” olmuş. Burası Amerika’nın en büyük kumarhane merkezlerinden birisi. İşte bu nokta, en fazla hasar gören, harap olan yer. Manevî cinayete, manevî bir belâ ve ikaz! Bundan dolayıdır ki New Jersey’in valisi ‘cumhuriyetçi’ kanattan olmasına rağmen Obama’yı bu bölgelere ve olaya karşı takındığı tutumdan dolayı övüp tebrik ediyor. Dershaneye doğru yol alırken bu dehşetin kalıntılarını hâlâ görmek mümkündü. Devrilen ağaçlar, kırılan elektrik ve telefon telleri… Savrulan çatılar, reklâm levhaları, yıkılan evler ve barakaların izleri hâlâ etrafta çok net ve belirgin bir şekilde gözlenebiliyordu.

New York’a çok yakın bir mesafede olan New Jersey ve çevresi iki yönüyle çok ünlü: Birisi Amerika ve dünyanın finans ve iş merkezi buralar. Manhattan’ın nüfusu gece bir milyon, gündüz on milyon. Bu hareketliliği varın siz tahmin edin. İkincisi ise; Amerika’da yaşayan Türklerin en fazla yoğunluğu oluşturduğu bir bölge burası. Burada yüz binden fazla Türk nüfusun olduğunu söyledi Bilgehan kardeşimiz. Onun için burası bizler için çok önemli bir bölge.

Bu­ra­da­ki ders­ha­ne sa­kin bir yer­le­şim böl­ge­sin­de, ga­yet mü­te­va­zı bir yer­de. İ­kin­ci kat­ta. Alt kat­ta ve yan­da A­me­ri­ka­lı a­i­le­ler i­ka­met e­di­yor.

New Jer­sey, New York’un ban­li­yö­sü ko­nu­mun­da bir yer­le­şim mer­ke­zi. Nü­fu­su do­kuz mil­yon ci­va­rın­da. New York şeh­ri i­se çev­re­si i­le bir­lik­te 20 mil­yo­nu ge­çi­yor. A­me­ri­ka’da ça­lış­ma şart­la­rı, çok a­ğır ve çe­tin. Bu du­rum bil­has­sa dı­şar­dan ge­len­ler i­çin bir ye­ri­ne bir­kaç iş ye­ri ve or­ta­mın­da ça­lış­ma­yı ge­rek­ti­ri­yor. Ha­yat şart­la­rı çok a­ğır. E­mek­li me­mu­run­dan genç­le­re ka­dar her­kes ge­çi­mi­ni sağ­la­mak i­çin ba­zan bir gün­de üç-dört de­ği­şik iş ye­rin­de ça­lış­ma­yı gö­ze al­mak zo­run­da ka­lı­yor. Bu­ra­da ha­yat tam bir ko­şuş­tur­ma i­çin­de ge­çi­yor. O­nun i­çin bu­ra­da Ri­sa­le-i Nur ders­le­ri­ne ka­tıl­mak ger­çek­ten bü­yük fe­da­kâr­lık­la­rı ge­rek­ti­ri­yor. Haf­ta­da bir der­se ka­tıl­mak i­çin bir bu­çuk, i­ki sa­at­lik yo­lu gö­ze kes­tir­mek ge­re­ki­yor. O­nun i­çin bu şart­lar­da der­se iş­ti­rak e­den­le­ri ger­çek­ten teb­rik et­mek ve bu bü­yük fe­da­kâr­lık ve ba­ba­yi­ğit­lik­le­ri­ni tak­dir et­mek ge­re­ki­yor.

Bu mu­kad­des dâ­vâ­nın en bü­yük a­van­taj­la­rın­dan ve mut­lu­luk­la­rın­dan bi­ri­si de dün­ya­nın ne­re­si­ne gi­der­se­niz gi­di­niz, in­sa­nın ken­di­si­ni ül­ke­sin­de ve e­vin­de gi­bi his­set­me­si­dir. İş­te bu­ra­da­ki ders­ha­ne­miz­de Ah­met kar­deş­le biz tat­lı soh­be­ti­mi­zi de­vam et­ti­rir­ken, YAŞ mağ­du­ru ol­du­ğu i­çin bu­ra­la­ra gel­mek zo­run­da ka­lıp ar­tık bu­ra­nın va­tan­da­şı o­lan ve şim­di bu­ra­da bir iş­te ça­lı­şan Meh­met Bey o mü­ba­rek hâ­li ve e­lin­de­ki ik­ram pa­ke­tiy­le ders­ha­ne­ye teş­rif et­ti. İk­ram­la­rı­nı a­fi­yet­le yer­ken üç se­ne ön­ce New York ders­ha­ne­sin­de ken­di­si­ne ver­di­ğim; “Da­ha son­ra­ki za­man­lar­da New Jer­sey’e gel­me ve ders­ha­ne­le­rin­de kal­ma” sö­zü­mü ye­ri­ne ge­tir­me­nin en­gin ve de­rin mut­lu­lu­ğu­nu bü­tün ru­hum ve be­de­nim­le ya­şı­yor­dum. Ak­şam­dan son­ra ders­ha­ne­ye teş­rif e­den, ders­ha­ne­nin ger­çek sa­kin­le­ri Bil­ge­han ve E­min kar­deş­le­rin de ka­tıl­ma­sıy­la ma­ne­vî sof­ra â­de­ta kırk yıl­lık bir dost­luk sah­ne­si­ni an­dı­ran bir ha­le dö­nüş­müş­tü. Ders­ler, ha­tı­ra­lar, bu çev­re hak­kın­da bil­gi­ler, bu­ra­da­ki hiz­met fa­a­li­yet­le­ri, Tür­ki­ye’de­ki fa­a­li­yet­ler ve ya­kın çev­re­de­ki kar­deş­le­ri­mi­ze e­di­len te­le­fon­lar­la kar­şı­lık­lı soh­bet geç va­kit­le­re ka­dar de­vam et­ti. Sa­lı gü­nü bu­ra­da­ki ders­ha­ne­de ya­pı­la­cak İn­gi­liz­ce der­sin plâ­nı­nı, Cu­ma gün­kü yi­ne bu­ra­da ya­pı­la­cak Türk­çe u­mu­mî der­sin plan­lan­ma­sı­nı da yap­tık. Böy­le tat­lı ve hoş bir soh­bet­le o gü­nü ta­mam­la­dık el­ham­dü­lil­lâh.

A­ME­Rİ­KA­LI BA­YA­NI HAY­RE­TEDÜ­ŞÜ­REN BİR NE­ZA­KET VE İS­L­MÎ İ­NA­NIŞ, ÖRF

Dâ­vâ­mız a­dı­na ders­ha­ne sa­kin­le­rin­den Ma­lat­ya­lı Bil­ge­han kar­de­şi­mi­zin an­lat­tı­ğı çok fark­lı ve il­ginç bir ko­nu­yu si­zin­le pay­laş­mak is­ti­yo­rum. Yu­ka­rı­da bah­set­ti­ğim gi­bi ders­ha­ne­nin ko­nu­mu sa­kin bir yer­de. Alt kat­ta ve yan­da A­me­ri­ka­lı a­i­le­ler i­ka­met e­di­yor. Haf­ta­da i­ki gün ge­lip bu­ra­da ders­ler ya­pı­lıp ce­ma­at ha­lin­de na­maz kı­lar­ken ay­nı an­da sec­de­ye gi­dil­di­ği za­man­ki diz­le­rin çı­kar­dı­ğı yük­sek ses­ten ra­hat­sız o­lan ve alt­ta kı­zıy­la bir­lik­te o­tu­ran ba­yan, ge­len ses­ler­den do­la­yı alt­tan bir so­pay­la ta­ba­na vur­ma­ya baş­lı­yor. Bu o­lay bir­kaç de­fa tek­rar­la­nın­ca Bil­ge­han kar­deş e­lin­de bir he­di­ye i­le a­şa­ğı ka­ta i­ni­yor. Na­zik bir üs­lûp ve ta­vır­la he­di­ye­yi ba­ya­na ve­ri­yor. Da­ha son­ra da bu alt kom­şu­la­rı­nı ra­hat­sız e­den se­sin se­be­bi­ni ve ge­rek­çe­si­ni şöy­le a­çık­lı­yor:

“Biz Müs­lü­ma­nız. Bel­li sa­at­ler­de ce­ma­at­le na­maz de­di­ği­miz, top­lu­ca yap­tı­ğı­mız Al­lah’ın bir em­ri var, o­nu bir­lik­te ye­ri­ne ge­ti­ri­yo­ruz. A­ma ta­ban ah­şap ol­du­ğu i­çin bu i­ba­de­ti­mi­zi ya­par­ken si­ze de mec­bu­ren bi­raz ses ge­li­yor. E­ğer bu yap­tı­ğı­mız i­ba­det si­zi ra­hat­sız et­me­ye de­vam e­de­cek­se, biz bu i­ba­de­ti­mi­zi baş­ka bir yer­de ya­pa­bi­li­riz. Çün­kü bi­zim di­ni­miz­de kom­şu­nun çok bü­yük ye­ri ve ö­ne­mi var. Kom­şu­la­rı­mı­zın ra­hat­sız ol­ma­sı­nı is­te­me­yiz.” di­yor. Ba­yan bu­nu du­yun­ca çok şa­şı­rı­yor. “Bir da­ki­ka!” di­yor. Ve de­vam e­di­yor: “Ya­ni siz, biz ra­hat­sız ol­duk di­ye i­ba­det ye­ri­ni­zi de­ğiş­ti­re­cek­si­niz! Bu­nu mu de­mek is­ti­yor­sun?” di­ye kar­şı­lık ve­ri­yor. Bil­ge­han kar­deş de: “E­vet! Çün­kü si­zi ra­hat­sız et­me­ye hak­kı­mız yok. Bi­zim di­ni­miz bu­nu em­re­di­yor. Bu­nun i­çin si­zin is­tek­le­ri­ni­zi dik­ka­te al­mak zo­run­da­yız!” de­yin­ce. Ba­yan bu de­fa: “Ha­yır as­la, bu­na biz de ra­zı o­la­ma­yız. Din ve ma­ne­vi­yat i­çin ya­pı­lan bir i­ba­det­ten ra­hat­sız o­lun­maz. Din ve i­ba­det ge­re­ği o­la­rak ya­pı­yor­sa­nız bu tür ha­re­ke­ti, is­ter­se­niz da­ha zo­ru da ol­sa biz de kat­la­nı­rız!” di­yor.

Bu di­ya­log şu an­da da bu­ra­da­ki kar­deş­le­ri­miz­le kom­şu­la­rı a­ra­sın­da tat­lı ik­ram­la­rıy­la de­vam e­di­yor. Sı­kın­tı bi­ti­yor. Ba­yan da di­ğer kom­şu­la­rı­na ve ar­ka­daş­la­rı­na kar­deş­le­ri­miz­den ge­len bu gü­zel ve a­sil ha­re­ke­ti an­la­tıp dün­ye­vî­lik ra­hat­sız­lı­ğın­dan vaz­geç­miş ol­du­ğu­nu be­yan e­di­yor­muş. İs­lâ­mi­ye­ti hâl ve ha­re­ket­le ya­şa­ma­nın u­fak bir tat­bi­ka­tı bi­le na­sıl gü­zel ne­ti­ce­le­re se­bep o­la­bi­li­yor. İn­şa­al­lah du­â e­de­lim, be­yi­nin ne­re­de ol­du­ğu bi­lin­me­yen bu a­i­le­ye, bu a­na kı­za Ce­nâb-ı Hak hi­da­yet na­sip et­sin. (­min).

A­ME­Rİ­KA’DA MÜS­LÜ­MAN­LI­ĞI İLK SE­ÇEN İN­SAN, MEŞ­HUR DİP­LO­MAT VE Fİ­KİR A­DA­MI­NIN ME­ZA­RI­NI Zİ­YA­RET

Sa­lı gü­nü Ah­met kar­deş­le kı­sa bir şe­hir tu­ru­na çık­tık. Pa­ter­son şeh­ri a­de­ta kü­çük bir Tür­ki­ye, mar­ket­le­ri, di­li, gi­yi­mi, çiğ köf­te­ci­sin­den si­mit­çi­si­ne ka­dar her şey “bi­zim­ki­le­ri!” söy­lü­yor ve gös­te­ri­yor. İlk o­la­rak Di­ya­net’in yap­tır­dı­ğı ca­mi­de öğ­le na­ma­zı­nı ce­ma­at­le kı­lıp, kı­sa ta­nış­ma­dan son­ra o böl­ge­de es­naf zi­ya­ret­le­ri yap­tık.

Ah­met kar­de­şi­min da­ha ön­ce ba­na bu­ra­da, A­me­ri­ka­lı o­lup, Müs­lü­man­lı­ğı ilk se­çen meş­hur bi­ri­si­nin ol­du­ğu­nu söy­le­di­ği ha­tı­rı­ma gel­di. Bu ki­şi­nin, ders­ha­ne­mi­ze ya­kın ol­du­ğu­nu, me­zar­lık­ta­ki me­za­rı­nı bul­ma ko­nu­su ak­lı­ma gel­di. Bu ö­nem­li bir ko­nuy­du. A­raş­tır­ma­mız lâ­zım­dı. Ders­ha­ne­ye dö­ner­ken yo­lu­mu­zun ü­ze­rin­de o­lan bu me­zar­lı­ğa uğ­ra­yıp, bu meş­hur ki­şi­nin me­za­rı­nı bul­ma­mız ge­rek­ti­ği­ni ve o­nun ru­hu­na Fa­ti­ha o­ku­ma­mı­zın uy­gun o­la­ca­ğı­nı söy­le­dim. Ah­met kar­de­şim bu­ra­dan her geç­ti­ğin­de bu şah­sın ru­hu­na Fa­ti­ha o­ku­du­ğu­nu, a­ma me­za­rı­nın tam o­la­rak ye­ri­ni bil­me­di­ği­ni, an­ne­si­nin bu şah­sın a­dı­nı ve ma­hi­ye­ti­ni bil­di­ği­ni, bu şa­hıs hak­kın­da tez ko­nu­su ça­lış­ma­sı bi­le ya­pıl­dı­ğı­nı söy­le­di. Bu­nun ü­ze­ri­ne Ah­met kar­de­şin an­ne­sin­den şah­sın tam a­dı­nı al­dık. Me­zar­lı­ğa git­tik. Ko­ca­man bir a­lan. Ah­met kar­deş ba­na; “A­ğa­bey bu­ra­da bu me­za­rı na­sıl bu­la­ca­ğız zor!” de­di. Ben ken­di­si­ne me­zar­lık i­da­re­si­nin ye­ri­ni bul­ma­mı­zı, o­ra­da­ki ka­yıt­lar­dan, yet­ki­li­le­rin yar­dı­mıy­la bu­nu ko­lay­ca çı­ka­ra­bi­le­ce­ği­mi­zi söy­le­dim. İ­da­re bi­na­sı­nı bu­lup on­la­rın yar­dı­mıy­la A­me­ri­ka­lı o­lup Müs­lü­man­lı­ğı se­çen ve Fi­li­pin­ler Kon­so­los­lu­ğu da yap­mış o­lan A­le­xan­der Rus­sell Webb ad­lı bu mü­ba­rek in­sa­nın me­za­rı­nın ba­şın­da Fa­ti­ha o­ku­yup du­â et­tik.

Çok ö­nem­li ol­du­ğu­na i­nan­dı­ğım i­çin bu mü­ba­rek şa­hıs hak­kın­da kı­sa­ca bil­gi ver­mek is­ti­yo­rum. Bu şah­sın kı­sa öz­geç­mi­şi ve hi­kâ­ye­si şu:

A­le­xan­der Rus­sell Webb, 1846-1916 yıl­la­rı a­ra­sın­da ya­şa­mış. Ken­di­si ön­ce­le­ri Pro­tes­tan mez­he­bi­ne men­sup bi­ri­siy­miş. Müs­lü­man­lı­ğı ka­bul e­den ilk yer­li A­me­ri­ka­lı o­la­rak bi­li­ni­yor. Ha­yat hi­kâ­ye­si de kı­sa­ca şöy­le: New York e­ya­le­ti­nin Hud­son şeh­rin­de doğ­muş. Kı­sa bir sü­re “St. Jo­seph Ga­zet­te” ve “Mis­so­u­ri Re­pub­li­can” ga­ze­te­le­rin­de ya­zar ve e­di­tör o­la­rak gö­rev yap­mış. Da­ha son­ra 1887 yı­lın­da A­me­ri­kan kon­so­lo­su o­la­rak Ma­ni­la’ya a­tan­mış. O­ra­da Hint­li Müs­lü­man iş a­dam­la­rıy­la te­ma­sa ge­çip İs­lâ­mi­yet hak­kın­da bil­gi al­ma­ya baş­la­mış. Bu­nun ne­ti­ce­sin­de de 1888 yı­lın­da kü­çük bir ki­tap­çık ya­za­rak İs­lâm di­ni­ni se­çip Müs­lü­man ol­du­ğu­nu i­lân et­miş. 1892 yı­lın­da kon­so­los­luk­tan is­ti­fa e­de­rek Sin­ga­po­re, Pe­nang, Ran­go­on yo­luy­la Hin­dis­tan’da da­ha bir­çok şe­hir­le­re uğ­ra­ya­rak A­me­ri­ka’ya ge­ri dön­müş. Ma­yıs, 1893’de New York City’de the O­ri­en­tal Pub­lis­hing Co di­ye bir şir­ket kur­muş. Ve ilk o­la­rak ”the Mos­lem World, De­vo­ted to the In­te­rests of the A­me­ri­can Is­la­mic Pro­pa­gan­da” (A­me­ri­kan İs­lâm Pro­pa­gan­da­sı­na gö­nül­den bağ­lı Müs­lü­man) a­dı al­tın­da bir ki­tap ba­sa­rak, A­me­ri­ka’da ilk İs­lâ­mî teb­li­ği, İs­lâm di­ni­ni yay­ma­ya baş­la­yan bir a­kı­mı baş­lat­mış. A­me­ri­ka’da­ki İs­lâ­mî fa­a­li­yet­le­ri­ni sür­dü­rür­ken, Webb 1892-1893 yıl­la­rı a­ra­sın­da Hin­dis­tan’da yap­tı­ğı kon­fe­rans ve ko­nuş­ma­la­rı top­la­dı­ğı bir­çok ki­tap­çı­ğı da bas­tı­rıp ya­yın­la­mış. Ken­di a­dı­na ya­yın­la­dı­ğı bu ki­tap­lar­dan ba­zı­la­rı: “Na­dim al Maq­dis­si, The Mus­lims of A­me­ri­ca (Müs­lü­man A­me­ri­ka), 80.000 Mus­lims and 12 Mos­qu­es in the U­ni­ted Sta­tes and Ca­na­da (A­me­ri­ka ve Ka­na­da’da­ki 80.000 Müs­lü­man ve 12 ca­mi), Is­la­mic Re­vi­ew (İs­lâ­mî İn­ce­le­me) gi­bi e­ser­le­ri var­dır.

Şu an­da me­za­rı New York’un meş­hur Man­hat­tan bö­lü­mü­nü yük­sek­ten gö­ren bir te­pe­nin ba­şın­da. Al­lah rah­met et­sin ve bu mâ­nâ­da ye­ni hi­da­yet­le­re ve­si­le o­la­rak em­sâl­le­ri­ni ço­ğalt­sın in­şa­al­lah. ­min.

Sa­lı ak­şa­mı bu­ra­da İn­gi­liz­ce Ri­sa­le-i Nur ders­le­ri ya­pı­lı­yor­muş. O­nun i­çin İn­gi­liz­ce Ri­sa­le-i Nur der­si i­çin o ge­ce ders­ha­ne ta­ma­men do­luy­du. Ha­şir Ri­sa­le­si’nden Mu­kad­de­me bö­lü­mü­nü mü­ta­la­a­lı o­la­rak hep bir­lik­te o­ku­yup mü­za­ke­re et­tik. Çok hoş ve de­ği­şik bir or­tam. Fark­lı mes­lek, fark­lı mil­li­yet, fark­lı yer­ler­de ve ka­ri­yer­ler­de o­lan bir grup in­san bu top­rak­lar­da sa­de­ce Al­lah rı­za­sı i­çin, mu­kad­des bir dâ­vâ uğ­ru­na bir a­ra­ya ge­lip haf­ta­da bir­kaç de­fa i­man­la­rı­nı kuv­vet­len­dir­me­ye, et­ra­fın­da­ki in­san­la­ra bu ko­nu­lar­da yar­dım­cı ol­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar.

Cu­ma gü­nü yi­ne ay­nı ki­şi­ler ve da­ha fark­lı in­san­lar­la bu­ra­da Türk­çe der­si­mi­zi ya­pa­ca­ğız in­şa­al­lah. Ö­nü­müz­de­ki haf­ta ba­şın­da da Tür­ki­ye’ye dö­nü­şü­müz o­la­cak in­şa­al­lah. Ka­lan ha­tı­ra­la­rı­mı­zı ve ge­nel bir de­ğer­len­dir­me yap­ma­yı Tür­ki­ye’den haf­ta­lık kö­şe­miz­de siz­ler­le pay­laş­ma­yı ü­mit e­di­yor, du­â­la­rı­nı­zı bek­li­yo­rum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*