Ankara’da karlı-kışlı hatıralar

Ankara’daki kış manzaralarını seyrettikçe eskinin Ankara’sı gözümün önüne geldi.

Eskiden kaloriferli ev sayısı azdı. Evlerin çoğu, odun-kömür sobaları ile ısınıyordu. İşte o dönemlerde rahmetli annemiz, bizim elimize sobadan çıkarılan külleri koyduğu kova ile küçük bir kürek verir, “Yavrum, bunları insanların geçtiği yola serpin de, karda buzda kayıp düşmesinler.” derdi. Şimdilerde hiç öyle bir şey göremiyoruz artık. Zaten evlerin çoğu da kaloriferli olmuş. Eskinin sobalı evleri de, doğalgazın iyice yayılması ve ucuzluğu ile kaloriferli olunca, ortada kül-mül kalmadı. Tabiî, karda-buzda düşen ve orasını burasını kıran, sakatlayan insanlar da çoğaldı.

Özellikle soğukların artmasıyla doğalgaz tüketimi de artınca, millete çok yüksek faturalar gelmeye başladı. İlk önce “ucuz” diye propaganda yapılıp teşvik edilip, sonradan da bu hâl meydana gelince, bazı insanların değişik çarelere başvurduğu, bazılarının yine sobaya döndüğü görülmeye başlandı. Hâliyle de, yine eskisi gibi keskin duman ve karbon-monoksit kokuları yayılmaya başladı. Eskinin “hava kirliliğinde şampiyon Ankara”sını hatırladım. Bir türlü çare bulunamıyordu o günlerde. Babam yıllar önce anlatmıştı ve onun anlattığını, Bentderesi Caddesinden geçerken hep hatırlarım.

Eski Ankara, bizim de mahallemiz olan Ankara Kalesi civarıydı. Daha sonra göç vs. vasıtasıyla insanlar, yine kale civarında, yakınında gecekondular yapmaya başladılar. İşte kalenin tam karşısına düşen Altındağ ve kale arasında bir vadi olan Bentderesi, kışın sobaların yanmasıyla, hava dolaşımı da olmayınca, oraya sıkışan duman, gaz vs. hava kirliliği meydana getiriyordu. Tam o Altındağ’da, biz küçükken bir taş ocağı vardı ve o kısma da “Taş Ocağı Mahallesi” denirdi. Hatta oradaki kayaları kırmak için patlatılan dinamit sesinden korkardık. Babamın anlattığına göre meğer bunu rahmetli Menderes böyle yaptırmış. O hava sirkülâsyonuna mâni olan Altındağ Tepesini, taş ocağı vasıtasıyla kırdırıp, eritip, o vadiyi bir ova hâline getirtip, hava kirliliğine sebep olan kısmı o şekilde hâlletmeyi düşünmüş ve Ankara’nın yıllarca baş problemi olan hava kirliliğini de o şekilde büyük ölçüde hâllolacakmış. Ama işte hain 27 Mayıs ihtilâlcilerinin Menderes’i şehit etmesiyle o iş de öylece kalmıştı. Oradan geçenler, o kısma dikkat ederse, eskiden taş ocağı olarak kullanılan kısmı fark ederler. Zaten, milletin-memleketin hayrına olan hangi işe taraftar olmuş ki o zihniyet? Memleketi yakmaktan, yıkmaktan, geri bırakmaktan başka ne iş yapmışlar? Kendi habis menfaatleri uğrunda zavallı milleti perişan etmişler.

Geçen senenin sonlarında ve bu senenin başında da Ankara’da idik. O zaman da iki sevdiğimiz insan, milletin sevdiği insan vefat etmişti. Biri Aydın Menderes, diğeri de Mustafa Başoğlu. İkisinin de cenaze namazlarına iştirak etmek nasip olmuştu. Her ikisinin de merasim vakti çok soğuktu. Hele Başoğlu’nun cenaze namazı öncesi Hacı Bayram Camii’nde kıldığımız öğle namazını, çok kalabalık iştirak olması hasebiyle dışarıda kılınca, adeta donduğumuzu hissetmiştik. Bir anda ellerimin üzeri çatlamış, soğuk içimize işlemişti. Gençlik yıllarımızda lisedeyken cami avlusunda donmuş, buz sarkan musluğun altından bir ip inceliğinde akan su ile aldığım abdesti hatırlamıştım. Ellerimizi yıkıyor bir “Alllaaahhh!” çekiyoruz. Keza diğer uzuvları yıkarken de aynı. Ama sonradan o hâli hatırlayınca, o elemin gidip lezzetin kalması bizi mesrur ediyordu. Yıllar sonra soğuğun azizliğini bir defa daha hissetmiş olduk.

Bir ara soğuklar -20’lerin altına indi ki, görülmemiş bir soğuk. Zira, kalorifer hesapları cetvelinde Ankara -12 olarak alınırdı. İşte o günlerde birden elektrikler kesildi. “Eyvah! Ya bir de uzun müddet gelmezse ne yapar bu insanlar? Başka alternatif de yok. Herkes sobayı kaldırmış, soba deliğini de iptal ettirmiş. Elektrikli ısıtıcıları da kullanamazsın. Ne olur o zaman vaziyet?” dedim. Sonra Türkiye’nin diğer yerlerini düşündüm. Aklıma birden ilk insanlar geldi. Acaba onlar ne yapıyordu kışta? Hacca gittiğimiz sene de bunu düşünmüştüm. Kâbe’nin avlusunda Kâbe’ye müteveccihen oturmuş tefekkür ediyordum. Kendi kendime, “Allah-u a’lem buranın mukaddes belde olmasının bir hikmeti, belki de insanın toprağının alındığı yer olmasıydı. Yine Âdem (as) cennetten dünyaya indiğinde, ayağını bastığı yer burasıydı. Sonra öyle bir iklimin hâkim olduğu yere indirilmiş ki Hz. Âdem (as), iklim tam müsait. Soba derdi yok, üşüme derdi yok…

Ankara’nın kışı, soğuğu bizi çok düşündürecek, çok yazdıracak, bu iş de bayağı uzayacak. En iyisi, bunu burada kesip, soğukla mücadele eden, soğukta dışarıda kalan, yakacak derdi olanlara “Allah yardım etsin!” diyerek, yazımızı noktalayalım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*