Ankara’nın büyük felaketi: YIBA yangını

Geçen sene, Ankara’nın iki büyük felâketini yazmış ve günü gelince de, bir başka felâket olan “YIBA yangınını” yazmayı plânlamıştım. Fakat seyahatte olduğumdan, gününü kaçırdım. Çok geçmeden yazalım istedik.

O günü de, hiç unutmuyorum. Hafızamda hâlâ yeri var. 12 Mayıs 1978 tarihi, Türkiye’nin en karanlık günlerinden biri. İktidarda,  haksız ve mükerrer oylarla, yâni sahtekârlık neticesinde, Ecevit’in CHP hükümeti var.

Anarşinin zirvede olduğu o karanlık günler, memleketi, sür’ atle, 12 Eylül girdabına doğru götürüyor. Milleti birbirine düşürmüşler. Bölünmüş, parsellenmiş mahalleler, şehirler. Herkes birbirine düşman yapılmaya çalışılıyor.

Neyse, o gün biz birkaç arkadaş, tahminime göre, “terzi Turan” ağabeyin, Hacı Bayram’ daki dükkânında oturup, sohbet ediyoruz. Birden, dışarıda bir telâşe, hareketlenme, acâib sesler, koşuşturmalar, feryâd, figân. Ne olduğunu anlamak için dışarı çıktığımızda, felâketi hakkalyakîn görüyoruz. Ankara’nın meşhur YIBA ( Yıldırım Bayezid) çarşısının üzerinde duman, ateş iç içe… yanıyor…

Aman Allah’ım! O ne felâket öyle?. Bulunduğumuz yere de yakın olduğundan, arkadaşlarımızla, yürüyerek hadise mahalline yaklaşıyoruz. Açılışı da, çok debdebeli olmuş ve biz de gitmiştik. Yaklaşırken, zihnimize, Nur’un avukatı Bekir Berk ağabey geliyor. Suudi Arabistan’a gidene kadar, onun da burada, bir çalışma ofisi vardı. Ankara üzerinden, Anadolu’daki dâvâlara giderken, hem çalıştığı, hem  de istirahat ettiği bir ofisti

Binanın dışarı açılan pencerelerinden bazıları, apartmanlardaki wc ve banyoların pencerelerinden biraz daha büyük, bir insan sığacak kadardı. Binada iş yerlerinin dışında, en üst katında, bir de meslek lisesi ( zannedersem, akşam meslek lisesi idi) vardı. İnsanların, can havliyle o pencerelere yığıldığını, birbirini de itekleyerek, sarktıklarını gördük. Peşpeşe atlamaya başladılar. Meğer, itfaiye çadır açmış, ama çadır yırtılmış, atlayan ölmüş. İnsanlar can havliyle çırpınırken, merkez- i hükümetten ( hem hükümet, hem belediye, o zamanın CHP sinin elindeydi. Başbakan her zaman uğursuzlukarı peşinde getiren Ecevit’ti. ” Kıbrıs harbi, Sivas hadiseleri, büyük Marmara depremi, hep onun iktidarda olduğu zamanlarda meydana gelen hadiselerdi “) doğru- dürüst bir yardım gelmediği gibi, herhangibir selâhiyetli de görünmüyordu.

İçerideki insanların, ateş ve dumanın o tarafa doğru hızla gittiği için, büyük pencerelerden değil de,  yanma ve dumandan boğulma tehlikesi karşısında, o küçük pencerelere hücum etmesi anında, arkadaşlara dedim ki; ” yahu, şurada, Güvercinlik, Etimesgut, Mürted askerî üsleri var. Oralardan buraya, niye helikopter yollamazlar ki? Vatandaşları, hiç değilse öyle kurtarsalar.” Ama yok işte. Hani 12 Eylül ihtilalcilerinin dediği ” anarşi iyice çoğalsın, ihtilâl olgunlaşsın” sözüne paralel olarak, sanki buraya da yardım eli uzanmamıştı.

Aksilikler peşpeşe geliyordu. İtfaiyenin, yırtılan çadırlarından başka, yukarıya uzatılan merdivenin boyu  da, insanlara yetişmiyordu.

Ve göz göre göre, bir çoğu da genç talebe çocuklar olmak üzere, 49 vatandaş ölmüş, 100 civarında da yaralı tesbit edilmişti. O kara, kapkara resmi arkada bırakarak…

Allah, bir daha öyle felâketler yaşatmasın!

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Ya Osman abicim, ne güzel hatıralar, ne güzel şeyler yazıyor ve paylaşıyorsun öyle.
    Abi, yazılarınızı, gazete ve euronurdan devamlı takip ediyor, zevkle okuyoruz.
    Bir sorum olacak abi. Niye hergün yazmıyorsunuz?

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*