Anne ve babaya iyilik

İnsanın karşılıksız, şartsız, hürmet ve merhametine en lâyık varlıklar, anne ve babalarıdır. Onlar yavrularının dünyaya gelmelerine vesiledirler. Evlâtları için canlarını hiçe sayan şefkat kahramanlarıdırlar. Haklarını ne yaparsak yapalım ödeyemeyiz.

Onlar bizim için en değerli varlıklardır. Dünya ve ahiret saadetinin vesilesidirler. Öyle ki Allah’a ve Resûlü’ne (asm) itaatten sonra anne ve babaya itaat geliyor. En sıkıntılı anlarımızda yanımızda olan, sevincimizle sevinen yegâne muhteremlerdir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Mektubat adlı eserinde “Mâdem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister; ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zîrâ münâkaşa, ya gıpta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münâkaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır” der.

Allah (cc) Kur’ân’da çok yerlerde ana ve babaya hürmeti emrediyor ve onlara karşı gelmenin büyük günahlar arasında olduğunu bildiriyor. Bilhassa yaşlılıkları hâlinde onlara bakmakla yükümlü olduğumuzu ihtar ediyor. “Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın ‘Öf’ bile deme, onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: ‘Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.’ Sizin içinizde olanı Rabbiniz hakkıyla bilir. Eğer siz salih kimseler olursanız, muhakkak ki O, kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır.” (İsrâ Sûresi: 17:23-25) buyruluyor.

Anne ve babaya gereken sevgi ve hürmet gösterilmediğinde bizim evlâdımız da bizlere aynı muamelede bulunacaklardır. ”Ölmezsen ihtiyar olacaksın” kaidesiyle bizler de ihtiyarlığımızda çok sıkıntılara maruz kalacağız. Ancak bu durum bizim de başımıza gelebilir korkusuyla değil, onları Allah’ın bizlere emaneti, nimeti olarak görüp rıza-yı İlâhî için bakmalıyız. Bizlere ihtiyaçları olduğu zamanında onları huzurevlerine bırakmak ve hallerinden habersiz olmak anne babaya yapılacak en vahşice davranıştır. Peygamberimiz (asm) buyuruyor: “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti.” O güzel insanların duâlarıyla ayaktayız, bunun farkında değiliz. “İhtiyarlara bakmak ise, hem azîm sevap olmakla beraber, o ihtiyarların—ve bilhassa peder ve valide ise—duâlarını almak ve kalblerini hoşnut etmek ve vefâkârâne hizmet etmek, hem bu dünyadaki saadete, hem âhiretin saadetine medar olduğu, rivâyât-ı sahiha ile ve çok vukuat-ı tarihiye ile sabittir.” Ve “Ey hanesinde ihtiyar bir valide veya pederi veya akrabasından veya İmân kardeşlerinden bir amel-mande veya âciz, alîl bir şahıs bulunan gafil!” “Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyleyse, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâp etmemiş herbir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmektir. (Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.)”

Anneler Günü, Babalar Günü bizim için bir güne sığamaz. Onlar ayrılmaz kopmaz bağlarımızdır. Sevap musluklarını kapatmayalım. Sevip saymak hürmet etmek vazifemizdir, dinimiz emrediyor. Şu zamanımızda ise anne ve babalar için durum çok vahim ve içler acısıdır. Evlâtlarından beklediği şefkat ve hürmeti göremiyorlar. Asıl sebep iman zayıflığından kaynaklanıyor.

Çare Risale-i Nur’daki nurânî reçeteler olacaktır. Bediüzzaman Hazretleri Kastamonu Lâhikası’nda “Hayat-ı içtimâîyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde, gayet elîm ve biçare ihtiyarlar, peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler veriyor. Cenâb-ı Hakk’a şükür ki, Risale-i Nur, bu müthiş tahribata karşı girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi, şeriat-ı Muhammediye (asm) olan sedd-i Kur’ânî’nin tezelzülüyle ve Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müthiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor. Risale-i Nur’un şakirtleri, böyle bir hadisede manevî mücahedeleri, inşaallah zaman-ı Sahâbedeki gibi, az amelle, pek büyük sevap ve âmâl-i sâlihaya medar olur.”

İnşaallah bu hakikatleri hayatımıza geçirebilmeyi Rabbim nasib etsin, âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*