Antalya’da Nur’un bayramı

Risâle-i Nur Enstitüsü ve Yeni Asya Antalya İl Temsilciliği’nin ortaklaşa düzenlediği. “Said Nursî’ye Göre İslâm Toplumlarının Geleceği Ve Dünya Barışı” konulu panel Dedeman Otel’de gerçekleştirildi. Panele Antalya merkez ve ilçeleri yanında Afyon, Burdur, Isparta’dan yaklaşık iki bine yakın izleyici katıldı.

 Panelin açılış konuşmasına Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatını, mesleğini ve dâvâsını kısaca anlatarak başlayan gazetemiz imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular şunları söyledi:
“Bizlerin yaptığı Bediüzzaman Said Nursî’nin dâvâsını, meslek ve meşrebini halka anlatmak ve Risâle-i Nurların da aslına sadık kalarak şerh ve izahlarını yapmaktır. Bu meyanda bu sene Hutbe-i Şamiye’yi konu aldık. Sebebi ise bu gün dünyanın ve İslâm âleminin sosyal ve kültürel alanda birçok sıkıntısı vardır. Bediüzzaman Said Nursî bu sıkıntıları araştırıp teşhis ediyor ve bütün bu problemlerin çıkış yollarını da bize yüz sene önceden gösteriyor. Müslümanlar ve insanlık için kökü hakka dayanmayan, istibdat, baskı, zulüm ve tahakküm gibi her türlü Mânevî baskılardan ve problemlerden kurtulmanın çarelerini gösteriyor. Bütün bu sayılan problemlerden kurtuluş reçetesi niteliğindeki Hutbe-i Şamiye eseri mükemmel bir manifestodur. Bu manada “Hutbe-i Şamiye İslâm Dünyasının ihtiyaç duyduğu bütün çareleri ve çözüm yollarını kapsayan bir eserdir. İslâm toplumunun ana meselelerine teşhis koymuş ve çözüm üretmiştir. Arap dünyasındaki hürriyet ve demokrasi mücadelesi ve hareketinin Hutbe-i Şamiye’nin okunmasının 100. yılına tevafuk etmesi çok mânalı ve önemli bir konudur.”

BATI DÜNYASINDAKİ HASTALIKLARIN  ÇÖZÜMÜ DE MÜSLÜMANLARIN İTTİFAKINDA

“Asya’nın Bahtının Miftahı” konulu sinevizyon gösterisinin  ilgiyle izlenmesinin ardından Avukat Kadir Akbaş’ın yönettiği panelde ilk sözü Prof. Dr. Musa Kâzım Yılmaz aldı. Yılmaz, “Batı tam bir çıkmazın içersindedir. Ama, eninde, sonunda; Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi; ‘Beşeriyet hak dinî arayacak ve sonunda bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur’ân’a ve İslâma teslim olmaya mahkûm olacaktır.’ İnsan gücünün önleyemeyeceği ve takatinin yetmediği, onun üstünde olduğu Îlâhî ikazlarla uyanacaktır. Japonya’da en son meydana gelen 9 şiddetindeki deprem ve tsunami belki buna ciddî bir işarettir diye düşünüyorum” diye konuştu.
Bediüzzaman’ın yüz yıl önce Şam’da yaptığı tespitler ve söylediklerinın bu günümüze ışık tutuğunu da belirten Yılmaz, “Yalnız İslâm dünyasında değil Batı dünyasındaki hastalıkların çözümünün de Müslümanlar arasındaki ittifak ve vifakta görüyor. İhtilâfın çok büyük bir hastalık olduğunu, ittifak konusunun ilk önce ehli imanın içersinde tahakkuk etmesini ve iman kardeşliğinin önemine dikkat çekiyor. Kâfir ve mü’min medeniyetinin mukayesesini yapıyor. İmanın kardeşlik tohumlarını, küfrün ise kin ve nefret tohumlarını ektiğini vurguluyor” şeklinde konuştu.

BEDİÜZZAMAN HİÇ BİR ZAMAN DİN DEVLETİ İSTEMEMİŞTİR

Yazar Mustafa Akyol, Cumhuriyet devriyle birlikte Abdullah Cevdet gibilerin ‘Din bizi geri bıraktı!’ fikirlerinin hiçbir geçerliliği ve inandırıcılığının olmadığını kaydederek, şunları söyledi.
Bu tek parti devrinin bu millete karşı bir aldatması ve dayatmasıdır. Cumhuriyet 1925’te iki partililikten tek parti düzenine geçmesi tam manasıyla bir istibdattır. İslâm âlemindeki devletlere de maalesef kötü örnek olmuştur. İran’da Şah dönemi bundan esinlenerek bazı reform hareketlerine girişmiş ve daha sonra bu yanlış hareket İran’da Humeyni hareketinin gelişmesini netice vermiştir. İşte burada çok enteresan ve farklı bir olayı çok iyi kavramamız lâzımdır; Bediüzzaman hiçbir zaman bir “din devleti” istememiştir. Gündeminde olmamıştır. Buna mesai harcamamıştır. Ya ne yapmıştır?  Hürriyet mücadelesi yapmıştır. Sivil dindarlığı ve sivil direnişi kurmuştur. Çünkü “hürriyet” olmadan ibadet ve dindarlık ta olmaz, olamaz! Hürriyet olmadan dinin anlatılabileceğine kani değildir. Din hakikatlerinin hür ortamda daha serbest ve özgürce tebliğ edilip yaşanabileceğine dikkat çekmiş ve bu uğurda şahane bir “sivil direniş platformu” meydana getirmiştir. Arap dünyasının bu günkü Türkiye örneğini istemelerindeki en büyük sebeb büyük mütefekkir Üstad Bediüzzaman Said Nursî’dir. Allah ondan ebeden razı olsun.  (Âmin)”

MÜSLÜMAN-HIRİSTİYAN DİYALOĞU HAYATİ ÖNEM ARZEDİYOR

Herkesin Bediüzzamanı çok iyi tanıması gerektiğini, onun sanıldığı gibi sadece bir din âlimi olmadığını belirten Prof. Dr. Ahmet Battal da, “Bediüzzaman aynı zamanda bir hürriyet aşığı ve sembolüdür” dedi. Bediüzzaman’ın bulunduğu ortamda ve toplumda sosyal olayları tanıyıp tahlil edecek ve müspet hareket ederek topluma yeni bir anlayış ve yön verecek donanımlı bir nesil meydana getirdiğini kaydeden Prof. Dr. Battal, konuşmasına şöyle devam etti; “Bediüzzaman, ‘ittihad-ı İslâm’ kavramına büyük önem vermiştir. Ama bu alanı özellikle siyasetten oldukça uzak tutmuştur. İçinde yaşadığımız bu ortamda İslâm dünyasıyla, Batı dünyası arasındaki büyük uçurumun, gerilim, kamplaşma ve zıtlaşmanın giderilmesi lâzımdır. Müslüman, Hristiyan diyalogu hayati önem arz eder. Batı ve Doğu dünyası arasında “düşmanlık” yerine mutlaka birleşme ve diyalog noktaları öne çıkarılmalıdır. Bu diyalog çok mühimdir. Çatışmadan hiçbir kişi, kuruluş, toplum, devlet ve millete fayda ve menfaat gelmez.”
Battal, “Bediüzzaman, batı medeniyetini de ikiye ayırır. Materyalist ve semavî şeklinde. Veyahut buna kendi tabiriyle birinci ve ikinci Avrupa diye. Müspet Avrupa’dan iyi ve güzel olan her şeyin alınabileceği de izah eder. İnsanlığın başına büyük belâlar açan Batıdan gelen bu büyük hastalıklara karşı çok isabetli reçeteler sunar. Risâle-i Nurlar sadece “Nurculara” ait bir eser külliyatı değildir. Lütfen bunlardan elde ediniz ve anlayarak, düşünerek, merakla, dikkatlice çok okuyunuz.” şeklinde konuştu.

UZLAŞMA VE BARIŞ OLMADAN BÜYÜME OLMAZ   

Bediüzzaman bir aydınlanma, nurlanma projesinden bahsettiğini ve bu projesini “çağdaş medeniyete eklemlemek” lâzım diyen Prof. Dr. Doğu Ergil de, Risâle-i Nur Külliyatını ve Bediüzzaman’ı çok iyi anlamak gerektiğine dikkat çekti.
Daha sonra Bediüzzaman’ın Rus polisiyle konuşmasındaki fikirlere dikkati çeken Ergil, şöyle devam etti: “ ‘Mısır İslâm’ın zekî bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor.’ Yani mülkiye okulunda eğitim ve tahsil görüyor, diyor. ‘Kafkas ve Türkistan İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar’ diyor. Bu anlayış ve ufuk bize şunu hatırlatıyor ve vurguluyor: Burada bir kâfir ve inançsızlık anlayışı yok. Farklı insanlar ve farklı inananlar var. Bu neyi gösteriyor? Bu Bediüzzaman Said Nursî’nin barışa endekslendiğini gösteriyor. Bu “barış ve sulh” kavramı çok önemlidir.
‘Barış’: iki savaş arasındaki sessizlik değildir. Barış yığınak yapmak da değildir. Barış konusunda Bediüzzaman, olağanüstü yoğunlaşmıştır. Peki, Bediüzzaman Said Nursî’nin topluma sürdürülebilir barış önerisi olarak getirdiği nedir derseniz; “Meşveret ve şuradır” derim. Evet, meşveret ve şura toplumdaki sürdürülebilir barışın anahtarıdır. Meşveret ve şura yapısal şiddeti ortadan kaldıran, kavga etmeden birlikte yaşamanın şartlarını bildiren bir deklarasyondur.  ‘Nur’ kelimesi bir aydınlanma projesidir. Aklınızı Kullanın! Tespiti çok anlamlı ve yerinde bir tespittir. Bediüzzaman, Batının hem kültüründen hem teknolojisinden faydalanılabileceğini ifade eder. Temeli de ihmal etmez. Gövdeye dokunmaz. Gövdeye bunların uygun bir şekilde aşılanıp, kaynaklanabileceğinden bahseder.”
Konuşmaların ardından katılımcılara günün mânâ ve önemini belirten plâketler verilirken, panele gelen herkese de özel hazırlanmış, “Yeni Asya Antalya Temsilciliği” antetli çantalarda Hutbe-i Şamiye ve Bediüzzaman Kimdir Broşürü ile birlikte o günkü Yeni Asya gazetesi hediye olarak verildi. Panele mülkü ve idarî makamlardan ve dernek ve esnaflardan çok sayıda çiçek gönderilmesi dikkati çekti.
 
NEJAT EREN-Antalya

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*