APO’lu barış süreci

Bediüzzaman Hazretleri 31 Mart müdafaasında mahkeme heyetine bir soru soruyor: “Bir masumu idam etmek mi, yoksa on canîyi affetmek mi daha zarardır?”

Bilâhak idam edilenleri veya sokakta vurulanları kasdediyor. Daha sonra da dışardan sokulan parmaklarla meydana gelen ihtilâlden zarar gören veya hak namına karışanları kurtaracak bir teklifte bulunuyor: “Sulh-u umumî, aff-ı umumî ve ref-i imtiyaz lâzım.” Barış sürecine yukardaki adeseden baktığımızda, elbette bir an önce kanın durdurulmasını istiyoruz. Yeni yeni hayatların telef olmaması için sürecin dikkatlice tabedilmesini temennî ediyoruz.

Kanın durmasını ve canların yanmamasını istediğimiz kadar, istemediğimiz veya meydana gelmesinden endişe duyduğumuz şeyler de var. Yeni Asya’yı çeyrek asra yakındır takip edenler, Risale-i Nur Talebelerinin bugünlere tâ o zamanlardan işaret ettiklerini göreceklerdir. Mütemadiyen hadiseye, “Zinhar “Kürtçülük” penceresinden bakmayınız. Mesele vatanımızın doğusunda devam eden bir Kemalizm – Marksizm oluşmasıdır. Ülkenin diğer bölgelerindeki anarşizm 12 Eylül’den sonra bu bölgeye kaydırılıyor, Çekiç Güç vasıtasıyla da Türkiye’nin coğrafî sınırları aşılacak tarzda bir Marksist Kürt yapılanmasına gidiliyor” diye avazımızın çıktığı kadar bağırdığımızı göreceklerdir.  Nevruz münasebetiyle Diyarbakır meydanının Tahrir meydanına dönüştüğünü hüzünle seyrettik. Hatta Tahrir’i geçmişti, Diyarbakır. Avrupa’da ve Amerika’da neoliberallerin finanse ettiği insanlardan öte, Latin Amerika’nın Marksist örgütleri de yerlerini almışlardı. Che Guevara’nın arkadaşları Bolivyalı yoldaşlar… Nevruz resminin kareleri Yeni Asya’nın geçmişteki endişelerini doğru çıkarıyordu: Mesele Kürt meselesi değildi. Global Marksistlerin veya komünistlerin ortak dâvâsı için Türkiye’nin önemli solcuları da bu meydanlara koştular ve Nevruz ateşinde mısırlarını pişirmeye çalıştılar. PKK’nın, global sol terörün bizdeki temsilcileri olduğunu hep söyleye geldik.

PKK, Marksist tezgâhın ismi iken; 12 Eylül ihtilâli ile birlikte Kemalistlerin “Türkçülük perdesinde” bölgede yaptıkları zulüm ve katliâmlarla, maalesef Müslüman Kürtler terörize edildiler. Çocukları devletin gözleri önünde ellerinden alındı ya dağda veya hapishanelerde iman ve geleneklerinden soyutlandırıldılar. İmanlarını kaybeden gençlerin Türk, Kürt, Yezidî veya Arap olmaları onların Marksizm potasına dökülmelerine mani olmazdı. Hakkı Birdal, Kürt olmadığı halde PKK’lı idi… Tıpkı Adıyamanlı Kürtleri temsil eden Sırrı Süreyya Önder gibi… Alevî–Sünnî ayırımını da ortadan kaldıran Marksizm, Soros’un özel yardımlarıyla Diyarbakır’daki şu başarısına ulaştı.

Yukardaki satırların tekrar olmaları inşallah okuyucularımızın canlarını sıkmaz. Şu hususların seslendirilmesi bir farz-ı kifaye mahiyetinde görüyoruz. Ülkemizin sağcı veya dindar medyası bu hususları bizimle birlikte dillendirseydi, hariçteki dinsiz devrimcilerin paralarıyla komünist Kürt partisi ülkenin her şehir ve kasabasında kurulma güç ve cesareti bulmazdı.

MİSAK-I MİLLÎ ENDİŞESİ…

Misak-ı Millî sınırlarımızın Lozan’da silindiğini herkes yazmayabilir. Üzerinde doksan sene geçen bir hayâli diriltmenin mümkün olmadığını Turgut Özal yaşıyor olsaydı idrak etmişti. Fakat, maalesef okul sıralarından devlet idaresine hep sloganlar, gerçekten uzak nutuklar, tribünlere seslenen hitabe ve müsamerelerle gelen şu kadroların kendilerini yeni bir oyun veya tiyatroya kaptırmalarından endişeleniyoruz. Arkasında global devrimin sermayesini ve Atatürkçülerin olurunu alan mevcut hükümeti yanlışlarda durdurmanın neredeyse mümkün olmadığını hadiseler gösteriyor. İçerisinde dinsiz ve anarşist sefahatçilerle Marksist Kürtlere hakim olamayan hükümetin Misak-ı Millî heyecanıyla On İki Ada’dan Musul ve Kerkük’e davranmaya kalkışma ihtimali yalnızca bizi endişelendirmiyor. Sayın Taha Akyol’un bu hususta yazdıklarının hepsine katılırken, hayallerinin rüzgârlarına kapılmış şu kadrolara güvenmenin de çok zor olduğunu biliyoruz. Kürtlerin yaşadıkları Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ı siyasal coğrafyamıza katarak mevcut vatanın parçalanmasını ve bu coğrafyadaki hafif yoğunluktaki savaşın devam etmesini isteyenlerin bize kurdukları tuzaklardan da endişeleniyoruz. Ömrü Türk askerine kurşun sıkmakla geçmiş ve şimdilik neolibarellerin tahtında İsrail’in desteğiyle oturan Barzanî’ye güvenerek Apo ile anlaşma yapmasının doğruluğunu seviyeli okuyucularımıza bırakıyoruz.

NEOCON’LARIN HARİTASINDA BÜYÜK KÜRT FEDERASYONU…

Irak Kürdistan’ı başkanı Mesut Barzanî’nin rengi medyamızın değerli muhabirlerine verdiğí beyanatlarla Condella Rice’ın hazırladığı yeni Orta Doğu haritasını yan yana getirdiğimizde, mesele iyice vuzuha kavuşuyor. Barzanî, Büyük Kürdistan’ın önündeki engelleri sayarken; İran, Türkiye ve Suriye coğrafyalarını esas alıyor. Öyle veya böyle bu ülkenin haritaları değiştiği takdirde, tarihin bile hayal edemeyeceği gerçeğe ulaşabileceğini söylüyor. Bu sözleriyle Barzanî neoconlarla birlikte çalıştığını da ima ediyor. Kemalist Türk generallerin yanı sıra Barzanî ve Talabanî taraftarlarının katıldıkları HUDSON ENSTİTÜSÜ hikâyelerini biliyorsunuz. Arap Baharından önce Amerika’da kurulan tezgâhın, maalesef hükümetimizin gözetiminde  tıkır tıkır işlediğini yeni yeni hadiseler ortaya çıktıkça daha iyi anlıyoruz.

Arap Baharını kendilerine mâl etmek isteyen bazı çevrelere, neoconların eski dışişleri bakanı sert çıkmıştı. Bugün ortaya çıkan neticeleri tâ 2002’de karara bağladıklarını nerdeyse toplantıların tutanaklarıyla muhataplarının gözlerine sokacaktı, zenci kadın…

Global devrimleri finanse eden sermayedarların İsrail’den Hazar Havzasına gidecek bir coğrafyayı Pentagon ve Nato’daki adamlarından istediklerini iyi biliyoruz. Haydar Aliyev zamanında az çok turuncucularca kotarılmış Azerbaycan’a  giden Suriye ve Türkiye engelini Musevî asıllı büyük tüccar artık görmek istemiyor. 1914  ve 1917’de bu gölgede uğradığı zararı telâfî yolundaki hırsı fevkalâde büyük olduğundan, barışın coğrafyası Diyarbakır, Bitlis ve Van  1988’den bu yana işgal altında tutuluyor.

Barış’ın sihirli bir kelime olduğunu bilen insan olan insanlar karşı duramazlar. Yöntemi bize göre yanlış da olsa, kanın durdurulması uğruna ufak tefek yanlışlar tolere edilebilir. Fakat bu süreç, endişelendiğimiz yöne müteveccih olduğundan, işte o zaman herkes kıyameti beklemek zorunda kalacaktır. Zira buradaki barışın bizim kadar Hırıstiyanlık dünyası için de hayatî mânâ taşıdığını ilgililer bilmelidirler.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*