Arap baharına Avrupa’dan bakış

Avrupa medyası Libya felâketiyle birlikte baharın kışa döndüğünü yazmaya başlamıştı.

Sarkozy’nin AB’yi dinlemeden tek başına Libya semalarında insansız ölüm makinelerini uçurmasıyla, müsbet Avrupa bu meselede de iplerin Arapların elinde olmadığını, modern sömürgecilik ve katliâm peşindekilerin mahiyetlerini satır aralarında kaydetmişti.

Düne kadar neocon siyasetçilerin AB’yi kundaklamaları ve çıkardıkları yangınlarla başı dertte olan Birinci Avrupa, şimdi kırılan döküleni toplamakla meşgul. Arap baharına fiilî olarak müdahil olmaması, kendi hayatî problemlerinin yoğunluğundan olmalı. Sarkozy–Merkel ikilisinin bütün çabalarına rağmen İran ile arayı bozmaması, Arap baharında menfî rol alan aktivistleri ika etmesi, Papa’nın Lübnan’a giderek oradan barış çağrısında bulunması gibi hususlar, AB’nin bu meselenin mahiyetini önceden teşhis ettiğini de gösteriyor. Türkiye bu neocon tezgâhın oyunlarına bu denli angaje olmasaydı, AB Şam barışı ile ilgili önemli adımlar, atabilirdi. Zira İsrail’in bölgedeki misyonundan fevkalâde rahatsız olan Birinci Avrupa’nın bölgeyi tamamen siyonistlere bırakmak istemeyeceğini herkes az–çok anlayabilir.

Avrupalıların en çok üzerinde durdukları hususların başında Türkiye’nin Suriye politikası geliyor. Durup dururken 850 km uzunluğundaki sınırını terör ve anarşiye açan hükümetin mantığını anlamakta zorlanan çok araştırmacı ve siyasetçi, bu atraksiyonun AB’ye de zarar verdiğini düşünüyor. Bir taraftan AB’ye girme iradesini ağızdan düşürmeyen hükümetin, diğer taraftan AB’nin tahkim için proje geliştirdiği aynı sınırları “yol geçen hanına” çevirmesi çelişki olarak yorumlanıyor. AB’den sorumlu bakanın evlere şenlik üslûbu ve yaklaşımları da AB’nin başşehirlerinde dikkatle takip ediliyor bu arada.

Ortadoğu’daki savaş ve kargaşalardan direkt etkilendiğini son hadiselerle daha iyi anlamaya başlayan AB’nin Rasmussen’i şiddetle ikazı da bu çerçevede ele alınmalı. Libya’da Sarkozy ile aynı karede koşuşturan NATO’nun Tayyip Erdoğan ile Davudoğlu’nun bütün ısrarlarına rağmen Suriye’ye müdahaleye karşı çıkmasında da AB’nin şahs-ı manevîsinin etkili olduğunu unutmamak gerekir.

Türkiye’nin Suriye politikasını şaşkınlıkla karşılayanlar yalnızca siyasîler, diplomatlar ve gazeteciler değil Avrupa’da… Sokakta sohbet ettiğiniz, trende yan yana oturduğunuz hemen hemen her Avrupalı bu meseleyi bize soruyor. Hiçbir cihetiyle Türkiye’ye fayda sağlamayan, bilâkis Türkiye’nin geleceğini karartacak kadar zararlı görülen bu politikaları halk medya bilgisiyle konuşuyor. Çok ilginçtir ki, PKK meselesi ile Suriye Kürtleri arasındaki ilgiyi onlar bizden önce kuruyorlar. Bugüne kadar PKK terörünü besleyen ve lojistik destekte bulunan Barzani’ye güvenerek Türkiye’nin kendisini büyük bir riske attığını, hatta şu an bile Kuzey Irak’ta İsrail’in desteğiyle eğitim gören yirmi bine yakın Suriyeli Kürt gencinin yarın büyük gailelere yol açacağını yine Avrupalılar söylüyorlar.

Hükümetin rüşvetleriyle susmuş ekserî Türkiye medyasının AB medyasında çıkan haber ve yazıları görmezlikten gelmesi de hayra alâmet olmamalı. Hükümeti ve AKP’li belediyeleri “rantçılıkla” suçlayan bir kısım gazete ve televizyonların, Avrupa basınında çıkan yazı ve haberleri adeta sansürlemesi, onların da ranta kurban gitmekte olduğunun göstergesi olabilir. Milletin düşüncesine doğru ayna olma iddiasındaki basının kendi arşivini imha imkânı olmayacağına göre, bu medya organları şimdiki tavırlarından dolayı gelecekte çok mahcup olabilir ve büyük sıkıntılara girebilirler.

Avrupa’nın Sarkozy’den sonra daha akl-ı selim yaklaşımlarını da bu vesile ile aktaralım. Çeşitli toplantılarda birçok entellektüel Arap baharı hareketinin söz konusu bölgelerde demokrasinin gelişmesine fazla bir katkıda bulunmadığını yeni yeni seslendiriyorlar. Meselâ Libya’yı değerlendirirken, Kaddafi’nin hem ömrünün ve hem de istibdadının sonlarına geldiğini, biraz daha beklenseydi büyük bir kayıp olmayacağını söyleyenler çoğalıyor. Nitekim Fas ve Ürdün krallarının her gün biraz daha ülkelerini demokratikleşmeye yaklaştırdıklarını konuşuyorlar.

Bahar adı altında tatbik edilen projenin bunca cana mal olması, insaniyetperver Avrupalıları elbette fevkalâde üzüyor. Türkiye’nin daha önce Suriye ile başlattığı olumlu çizginin neden devam ettirilmediğini ve bilhassa Erdoğan’ın yüz seksen derecelik dönüşünü merak edenlerin sayısı arttıkça, Mesih’in sokaklarında dolaştığı Halep ve Şam-ı Şerif’in tahribine AKP’nin niçin yol verdiğini soranların da adedi çoğalacak. AB’nin inanç bağlarıyla ilgilendiği mekânların Filistinleşmesinin Avrupa’daki dindar Hristiyanları ciddî olarak tedirgin ettiğini belki de bizim basınımız bilmiyordur.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Sayın Şükrü Bey, olaylara çok enterasan bir açıdan ve de belki de hiç bilinmeyen bir yönden yaklaşıyosunuz. Yazılarınız ince zeka, mantık ve kültür olgularıyla yüklü. Büyük bir zevkle okuyorum. Allah yolunuzu açık etsin. Selam ve dualarımla, kardeşiniz Ali Kan.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*