Arefe ve bayram

Kurban Bayramı arefesinin arefesindeyiz. Nasip olursa, yarın sabah namazının farzından sonra başlayıp bayramın dördüncü günü ikindisine kadar devam edecek olan teşrik tekbirleriyle bayram atmosferini teneffüs etmeye başlayacağız. Bunun yanında Üstadın arefe günlerine mahsus “bin İhlâs-ı Şerif” okuma tavsiyesi var. Onu da okuyabilirsek, kabir sonrasındaki ebedî hayat hazırlıklarımızda, dağarcığımızı biraz daha doldurmuş oluruz.

Bu bayrama özel hususiyetlerden biri, kurban kesecek olanlar için, uygun fiyata havyan bulma ve kestirme telâşı. Fiyat meselesinde durum mâlûm. Kurbanın da en pahalı olduğu ülkeyiz.

Son yıllarda, insanî yardım amaçlı kurulan vakıf ve derneklerin organize ettiği “yurt dışında kurban kestirme” kampanyalarına yönelişin giderek artmasında bunun da büyük rolü var.

Çünkü bu kampanyalarda ilân edilen fiyatlar, kesimlerin yapıldığı ülkeye göre en az iki kat yüksek olduğu halde, bizdekilerin yine altında.

Dışarıda, Türkiye’deki fiyatların beşte birine kurban kestirmenin mümkün olduğu ülkeler bile mevcut. Çünkü oralarda hayvancılık çok gelişmiş, maliyetler ve dolayısıyla fiyatlar düşük.

Kesilen hayvanların etleri ise, bizdeki vakıf ve derneklerin kurban organizasyonlarında olduğu gibi fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine veriliyor.

İçeride veya dışarıda kurbanlarını böyle kestirip etini bağışlama eğiliminin yaygınlaşmasında etkili olan bir diğer sebep de, bayram gününü “kasaplık”la geçirmek istemeyenlerin çoğalması.

Bir başkası, kesim ve parçalama işini profesyonel kasapların yaptığı besici yerlerindeki sıra bekleme ve izdiham sıkıntısının giderek artması.

Tabiî, bunların yanında, kurbanını bizzat kesip, yüzüp, parçalayıp taksim etmekten vazgeçmeyen epeyce insan hâlâ mevcut. Bayram günü orasını burasını yaralayıp hastanelere koşan acemi kasaplar, hayvanlara inanılmaz eziyetler yapan şefkat yoksunları, otoyol kenarlarını açık hava kesimhanelerine dönüştürüp temizliğe de riayet etmeyen görgüsüzler, bunların içinden çıkıyor. Ve bunlar, evinin bahçesinde veya uygun mekânlarda bütün insanî, dinî, hijyenik kurallara uyarak kurban ibadetini yerini getirenlerin yanında azınlıkta kalsalar da, oluşturdukları nahoş manzaralar birilerine malzeme veriyor.

Dileğimiz, böyle tabloların artık son bulması.

Kurban bahsinde yıllar boyu gergin tartışmalara konu olan “derilerin kime verileceği” konusu son dönemde neredeyse hiç konuşulmuyor.

Gerilimin kaynağında THK’nın “Sadece ben toplarım, başkası toplayamaz” tavrı yatıyordu. Bu tavrın en azından görünüşte nihayet terk edilmesi ve ilâveten, vakıf ve dernek gibi gönüllü teşekküllerin deri dışında farklı gelir kaynaklarına da sahip hale gelmeleri deri kavgasını bitirdi.

Darısı, diğer alanlardaki akıl, vicdan, hukuk, çağ dışı bilumum dayatmaların başına, diyelim.

Bu bayramda, ona adını veren kurban ibadetinin yanında bir de hac farizasının ifası var. Bu maksatla dünyanın her yerinden milyonlarca mü’min yine mukaddes topraklarda bulunuyor.

O mübarek beldelerden semaya yükselen tekbir ve telbiye sadâları, dünyanın diğer coğrafyalarındaki Müslümanların hafî ve cehrî tekbirleriyle birleşerek, uçsuz bucaksız kâinatta maddî cisim itibarıyla bir noktacık mesafesinde olan yerkürenin Kur’ân’da neden semalara denk bir ağırlıkla nitelendiğinin sırrını tekrar ifşa ediyor.

Çünkü bayram günlerinde bir buçuk milyar Müslümanın tekbirleri birleşip, adeta tek bir ağız haline gelen yerkürenin lisanıyla bütün kâinata tevhid hakikatini bir kez daha ilân ediyor.

Yeryüzünden Arşa yükselen “Allahu ekber” nidaları sema katlarında yankılanarak dalga dalga kâinatın en ücra köşelerine kadar yayılıyor.

Rabbimizin, Kendisine yaklaşmamız için hac ve kurban gibi özel vesilelerle yüklü olarak biz kullarına ikram ettiği Kurban Bayramını, bu anlamda âzamî istifadeyle idrak edelim inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*