Asıl mesele: İnandığını yaşamak (1)

Bu zamanın dehşet uyandıran acip halleri, şaşırtıcı özellikleri var.
Dehşet veren hallerin başında ise, mü’minlerin inandığını yaşamaması, yahut yaşayamamasıdır.

Dahası, mü’min kimselerin zaaflarına yenik düşerek, doğru bildiğini yapmaması, hatta zaman zaman tam tersi bir yönde hareket etmesidir.

 

Kişi, zarar veren şerli şeyleri biliyor. Fayda veren hayırlı hallerin de farkında. Ancak, buna rağmen yine de zararlı bir yola girebiliyor. Yani, şu fâni dünyanın haram lezzetleri uğrunda, bâkî hayatın serapa saadetini fedâ edebiliyor.
Kısacası, dünya için âhretini bilerek ve isteyerek yakabiliyor.
Bediüzzaman Hazretlerinin bu vahim marazın teşhisine dair veciz sözleri şöyledir: “Bu asrın acip bir hassasıdır ki: Elması elmas bildiği halde, camı ona tercih eder.” (Kastamonu Lâhikası, s. 24)
Eskiden koyu cehalet vardı

Eski zamanda küfür ve dalâlet yolunda gidenlerin ekserisi cahildi. İnsanlar, bilmeyerek dalâlet vâdisinde yürüyor; farkına varmadan günah deryasına dalıyordu.
Aynı cehalet sebebiyle, dalâletten çıkış yolu bilinemiyor, bulunamıyordu.
Bu zamanda ise, kişilerin çoğu ne yaptığının, nasıl bir yolda gittiğinin gayet farkında.
Nitekim, bu farkındalığın bir tezâhürü olarak, yakın çevremizde bulunan pekçok kimseden şu tarz sözler duymaktayız.
* Bu yaptığımın aslında hem günah, hem zarar verici olduğunu biliyorum. Ama, yine de nefsime hakim olamıyorum. Yapmaya devam ediyorum.
* Biliyorum, namaz kılmak, oruç tutmak iyidir, güzeldir. Ama, işte tembellik, ihmâlkârlık, nefsine düşkünlük…
* Canım, biz de biliyoruz neyin doğru, neyin yanlış olduğunu. Biz de biliyoruz neyin günah, neyin sevap olduğunu. Ama, sıra bunlara uymaya ve uygulamaya gelince, durum değişiyor maalesef.
* Dünyanın fâni olduğunu, haram olan lezzetlerin elem verdiğini, burada yapıp işlediklerinin âhirette karşılığı olduğunu biliyoruz ve buna inanıyoruz. Ama, gel de bunları nefsine kabul ve tatbik ettir… İrade göstermek, nefsine hakim olmak, kolay iş değil.
* Güzel ahlâk nedir, kötü ahlâk nedir biliyoruz. Ahlâkı düzgün olanları, doğrudan, dürüstlükten ayrılmayanları takdir de ediyoruz. Ama, bunları kendimizde uygulamaya gelince, bir hayli zorlanıyoruz. Maalesef, bunları bihakkın yapamıyoruz.
Evet, herbiri birer itiraf sadedinde olan bu tarz sözleri etraftan çokça duymak mümkün.
Demek ki, bu zamanın insanları, cehalet ve bilgisizlik sebebiyle şerli, günahlı yolda gitmiyor.
Bugün için isteyen herkes, istediği her türlü bilgiye ulaşabilir, her türlü mâlumata sahip olabilir. Ortada ciddiye alınacak hiçbir engel yok. En büyük engel, kişinin kendi ihmali, zaafı, tembelliği, tenperverliği, irade zayıflığı, devekuşu misâli tavırları, nefsine düşkünlüğü, vesairedir.

En tesirli hizmet

Yukarıdaki bilgiler ışığında anlıyoruz ki, bu zamanda doğruları bilmek ve bunları anlatmak yetmiyor.
Ayrıca ve bilhassa, inandığımız doğruları kendi hal ve tavırlarımızla göstermek, izhar etmek gerekiyor. Ki, bu zamanda yapılabilecek en tesirli hizmet, bu metotla ancak mümkün olabiliyor.
Bu noktada, yine Üstad Bediüzzaman’ın kudsî kaynaklara dayalı pekçok sözünden bir–iki vecizesini hatırlayalım:
* “(Bu zamanda), lisân–ı hâl (yaşayarak anlatmak), lisân–ı kàlden (sözle anlatmaktan) daha kuvvetli ve tesirli konuşuyor.” (Tarihçe–i Hayat, s. 375)
* “Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.” (Münâzarat, s. 86)
Hakikatin tâ kendisi olan bu ifadelerin nazara verdiği aynı mânâ paralelinde mektuplar yazan, lâhikalar neşreden, konferanslar veren Üstad’ın talebeleri, aynı noktaya tahşidat sadedinde şöylece nidâ etmişlerdir: “Ey âlem–i İslâm! Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyete maddî ve manevî bütün varlığınla müteveccih ol. …Lisânın Kur’ân’ın âyetlerini âleme duyururken, hâl ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin. Lisân–ı hâlin ile de Kur’ân’ı oku. O zaman, sen dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta–i saadeti olursun.” (Tarihçe–i Hayat, s. 140)

Aynı konuya devam…

Mâdem ki, bu zamanın en dehşetli bir hususiyeti, inandığını yaşamamak, hatta tersini yaşama cihetine gitmektir, o halde biz de asıl mesele olan “inandığını yaşamak” konusunda tahşidat yapmaya devam edelim, inşaallah.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*