Aslolan şer değil; hayırdır

Osman Bey: “Şeytan niyetimizi bilir mi? Bilemezse bizi nasıl kandırır?”

Şeytan niyetlerimizin tamamını değil, bir tanesini bile bilmez. Fakat şeytan bizim huyumuzu, suyumuzu, yapımızı, tabiatımızı, nefsimizin dayanılmaz istek sahibi oluşunu ve emredici oluşunu bilir. Kendisi ruhanî olduğundan, bizim ruhsal özelliklerimizi tanır. Tilkinin, avlayacağı tavuğun huyunu bildiği gibi. Kişinin, düşmanının tabiatını bildiği gibi.

Meselâ, şeytan bizim lezzetlere düşkün olduğumuzu, azıcık boşluk bulsak rahatlıkla haram işleyebileceğimizi bilir. Öfke esnasında gözümüz döndüğünde, aklımız başımızdan gittiğinde her türlü cinayeti işleyebileceğimizi bilir. Her iyiliği kendimize mal eden ve gururuna yenik düşen bir benlik sahibi olduğumuzu bilir. Zaaflarımızı, kusurlarımızı, acizliklerimizi, rahat-severliğimizi, tutkularımızı, duygularımızı, amellerimizi bilir ve bizimle bizim zaafımıza uygun olarak iletişime geçer. Kimi zaman suret-i haktan gözükür, kimi zaman sağımızdan yaklaşır. Eğer biz takva sahibi isek, bize illâ da haramı, dünyayı ve Allah’ın yasaklarını sevdirmeye kalkışmaz. Bizi takvamız içinde ve takvamızı göz önüne alarak vurmaya çalışır. Meselâ gururumuzu okşar, enaniyetimizi kabartır. İhlâs ile Allah’a sığınmadığımızda şeytanın bize uygun telkinleri ve aldatmacaları bizi dalâlete atabilir.

Şeytandan korunmanın tek yolu Allah’a sığınmak ve Allah’a sığınışı sürekli kılmaktır. Allah’a sığınışı sürekli kılmanın yolu da Sünnet-i Seniyye şemsiyesi altına girmektir.

Ekrem Bey: “Şer olmasaydı hayır olmayacaktı? Şer tahribat yapmasaydı, hayır tamirat yapmayacaktı. Sonuç olarak şerrin gelmesi hayırlı oldu denir mi? Ve böyle düşünüp Firavun’a, Nemrut’a, deccala duâ edilir mi?”

Şerre, şeytana, Firavuna, Nemruta, deccala duâ edilmez; şerlerinden Allah’a sığınılır. “Şer olmasaydı hayır olmayacaktı” sözü de maksadını aşan bir sözdür. Çünkü kâinatta esas olan hayırdır. Var olan hayırdır. Esasta şer yoktur. Gözüken şerler, maddenin veya insanın kabiliyetsizliğindendir. İmtihan sebebidir. Ve sorumluluk insana aittir.

Hayır, şer yok iken de vardı. Şer sonradan var oldu ve imtihana vesile oldu. Şerre, imtihana vesilelikten başka bir makam giydirmek doğru olmaz.

Hasna Hanım: “28. Lem’a ve 3. Nükte’de geçiyor ki, âkilüllahm (et yiyen) hayvanların helâl rızıkları vefat etmiş hayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri onlara haramdır. Eğer yeseler, ceza görürler. Yani, ‘Boynuzsuz olan hayvanın kısası, kıyamette boynuzludan alınır’ diye hadis-i şerif ifade ediyor. Biz biliyoruz ki, hayvanlar sevk-i İlâhî olunuyorlar. Onlara göre haram helâl hangi ölçüye göre belirlenir? Cüz’î irade sadece insanlarda bulunduğuna göre onlar neye göre hesaba çekilecek?”

Hayvanlar, dimağlarına hayat programları yüklenmiş olarak dünyaya gelirler. Sevk-i İlâhî ile hareket ederler. Meleklerin ilhamı da, şuursuz hareketlerini doğru ve isabetli hale sokar.

Hayvanların akılları yoktur. Fakat cüz’î iradeleri vardır. İradelerini kullanırlarken, onlara daha çok sevk-i İlâhî ve sevk-i İlâhîyi okumak ve uygulamak göreviyle görevlendirilmiş meleğin ilhamı yön verir. Bu tamam. Fakat hayvanlar, her bir cinste farklı derecelerde bulunan hırs, açgözlülük, bencillik, kanaatsizlik, saldırganlık, yırtıcılık gibi duygularla—tabir caizse—hep imtihan olunuyorlar. Meselâ kendilerini savunabilmeleri için verilen yırtıcılık özelliğini eğer zayıf bir hayvanı öldürmekte kullanırlarsa mesul olurlar.

Kendi işlerini görmek için verilen bencillik özelliğini, eğer başkalarının hakkını gasp edip elinden almakta kullanırlarsa mesul olurlar.

Oysa hayvanlar kimi zaman bu duygularını kullanarak ortalığı talan ediyorlar, canlı bir hayvana saldırıyorlar, zarar veriyorlar veya öldürüyorlar.

Hâlbuki onların canlı hayvan öldürüp yemeleri onlara ‘fıtraten’, yani ‘fıtrî şeriatça’ haramdır. Yani ölü hayvanın eti onlar için daha leziz, daha cazip ve daha besleyicidir ve helâldir. Burada Şeriat’ın iki türlü olduğunu açıklayalım: Birincisi, Allah’ın Kelâm sıfatından gelen ve insanların ihtiyârî fiillerini düzenleyen şeriattır. Diğeri ise, Allah’ın İrade sıfatından gelen, ‘yaratılışla ilgili işler’ olarak da isimlendirilen ‘fıtrî şeriat’tır ki, bütün kâinatta cereyan eden ‘İlâhî kanunlar’ demektir.1

İşte, eğer et yiyici hayvanlar ölü hayvana rastlamadıklarında hırslarının, bencilliklerinin ve kanaatsizliklerinin peşine takılıp, tembelce ve kolay yoldan canlı ve zayıf bir hayvanı parçalayıp öldürürlerse, ‘kâinatta cereyan İlâhî kanunlar’ın fıtrî bir sonucu olarak cezasını görürler.

Bediüzzaman’a göre bu durumda cezaları dünyada bir avcıya hedef olmak şeklinde verilebileceği gibi2, “Mahşerde boynuzsuz koyunun kıssası boynuzlu koyundan alınır.” 3 hadisinde anlatıldığı şekliyle, beka yurdunda kendilerine münasip bir şekilde ceza veya mükâfat biçiminde de verilebilir. 4

Dipnotlar:
1- Mesnevî-i Nuriye, s. 211.
2- Mesnevî-i Nuriye, s. 64.
3- Müsned, 1/72; 2/235.
4- Lem’alar, s. 339.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*