Atatürk Dini Reddetti

ATATÜRK’ÜN düşüncesi bilimsel bilginin kesin kabulüne dayanır. Bu kabul iki önemli sonuç türetiyordu. Birincisi geleneksel/ konvansiyonel olana bu anlayış içinde yer yoktu. Din gerek bilişim düzeyinde, gerekse geleneksel olanı yaratma kapasitesiyle bu değerlendirmeden payına düşeni alıyor ve toptancı bir yaklaşımla reddediliyordu. Kemalist doktrinin özü budur. Bu bir anlamda dinin, bir anlamda toplumun, bir anlamda da zihnin laikleştirilmesidir.

 

Toplumsal yapıyı baştan başa değiştirmeyi öngören bu yaklaşım gene Hanioğlu’nun gösterdiği gibi büyük ölçüde Abdullah Cevdet çevresinin ithal ettiği Alman kökenli materyalizme dayanır. Sanılanın tersine, çok çiğnenmiş bir sakız olan Fransız düşüncesi o kadar etkili değildir. Mustafa Kemal savaş çadırlarında bile Şehbenderzade’nin Allah’ı İnkâr Mümkün müdür, isimli tartışmacı yapıtını okuyor ve bununla ilgili notları defterine kaydediyordu. Sadece bu değil. Gustav Le Bon’un düşünceleri Paşa’nın üstünde etkiliydi ve Batılılaşmanın “şedit müdafii” Abdullah Cevdet’i ateizmin en önemli isimlerinden birisi olan Jean Meslier’in kitabını çevirtmekle görevlendiriyordu.

İkinci olgu bu düşüncelerin nasıl uygulanacağıydı.

Şu belirttiğimiz “gerçek” kabul edildikten sonra onu uygulamak çelik bir çekirdeğin göreviydi. Bu yöntemin daha 1900’lerden başlayarak ama özellikle 1930’larda benimsenmesi doğaldır. Çünkü o dönem zaten totaliter rejimler dönemiydi. Atatürk ve dar çevresi bu imkânı diğer ülkelerde de kitlesel toplum dönüşümlerini sağlayan totaliter partilerin metodunu benimseyerek gerçekleştirme yoluna gitti. Karizması buna ayrıca olanak verdiği için dönem 1950’ye kadar uzadı.

Söz konusu uygulamanın başka boyutları da vardı. Mustafa Kemal’in de genç yaşından başlayarak bir parçası olduğu arayış geç Osmanlı dönemi aydınlarının ve bürokratlarının ortak bir kabulünden türüyordu ve bu “kurtarıcılık”tı. Kurtarıcılığın “varoluşu” hem elitlere toplumda ayrı bir görev yükleyen pozitivizmde yatıyordu, hem Le Bon’un “volksgeist” düşüncesinde, hem de Kameralizmde (aman dikkat Kemalizm değil). Bilhassa bu son kavram devletin etkin işletilmesine dönüktü ve bunu sağlayacak olan asker ve bürokrat kadrolardı. Eğer bu kadrolar öne çıkarılırsa, ellerine güç verilirse devlet iyi işletilecek ve “kurtarılacaktı.”

Mustafa Kemal bu “membalardan su içerek” yetişmişti. Düşüncesini gene bu kaynaklara dayanarak uygularken de Jakoben olmanın ötesinde Blanquist idi. Yani tıpkı Lenin gibi bir azınlığın “eylemi” olmaksızın “devrim” yapılamayacağına inanıyordu ve kendisinin söylediği gibi “gerekirse bazı kelleler kesilecekti.”

Hasan Bülent Kahraman

Sabah, 10.11.2010

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*