İkinci olgu bu düşüncelerin nasıl uygulanacağıydı.
Şu belirttiğimiz “gerçek” kabul edildikten sonra onu uygulamak çelik bir çekirdeğin göreviydi. Bu yöntemin daha 1900’lerden başlayarak ama özellikle 1930’larda benimsenmesi doğaldır. Çünkü o dönem zaten totaliter rejimler dönemiydi. Atatürk ve dar çevresi bu imkânı diğer ülkelerde de kitlesel toplum dönüşümlerini sağlayan totaliter partilerin metodunu benimseyerek gerçekleştirme yoluna gitti. Karizması buna ayrıca olanak verdiği için dönem 1950’ye kadar uzadı.
Söz konusu uygulamanın başka boyutları da vardı. Mustafa Kemal’in de genç yaşından başlayarak bir parçası olduğu arayış geç Osmanlı dönemi aydınlarının ve bürokratlarının ortak bir kabulünden türüyordu ve bu “kurtarıcılık”tı. Kurtarıcılığın “varoluşu” hem elitlere toplumda ayrı bir görev yükleyen pozitivizmde yatıyordu, hem Le Bon’un “volksgeist” düşüncesinde, hem de Kameralizmde (aman dikkat Kemalizm değil). Bilhassa bu son kavram devletin etkin işletilmesine dönüktü ve bunu sağlayacak olan asker ve bürokrat kadrolardı. Eğer bu kadrolar öne çıkarılırsa, ellerine güç verilirse devlet iyi işletilecek ve “kurtarılacaktı.”
Mustafa Kemal bu “membalardan su içerek” yetişmişti. Düşüncesini gene bu kaynaklara dayanarak uygularken de Jakoben olmanın ötesinde Blanquist idi. Yani tıpkı Lenin gibi bir azınlığın “eylemi” olmaksızın “devrim” yapılamayacağına inanıyordu ve kendisinin söylediği gibi “gerekirse bazı kelleler kesilecekti.”
Hasan Bülent Kahraman
Sabah, 10.11.2010
Benzer konuda makaleler:
- Kemalist linç kültürü
- TAHA AKYOL: M. Kemal materyalizmden etkilendi
- Sürgün emri de M.Kemalden
- M.Kemal’in Talebini Said Nursi’ye Babam İletti
- “Boşuna uğraşmayın, Atatürk’le özgürlükçülük bağdaşmaz”
- Atatürk ve Said Nursî karşılaşması
- Atatürkçüleri Koruma Kanunu: 5816
- Erdoğan: Atatürk’ün izinde olan, biziz
- Kemalizm ve Atatürkçülük
- “Sivil Kemalist” AKP
İlk yorum yapan olun