Atatürkçü dindarlık!

Başbakanın “Dindar nesiller yetiştireceğiz” sözü günlerdir tartışılıyor. Laikçiler, liberaller, AKP muhalifi “İslâmcı”lar farklı noktalardan bu beyanı topa tutuyorlar.

Laikçiler klasik söylemlerini bir kez daha tekrarlıyor, “Dindarlığı ölçen bir cihaz var mı?” ve “Önceki nesiller dinsiz miydi? diye soruyorlar.

Aralarında bazı nüanslar olsa da temelde onlarla aynı düzlemde yer alan milliyetçilerin tepkisi daha sert: “Tayyiban mı yetiştireceksiniz?”

Bu tepkiler, “dindarlık” kelimesinin hele Türkiye siyasetinde “dincilik” şeklinde çarpıtılmaya ne kadar müsait olduğunun en yeni örnekleri.

O dincilik ki, AKP kırmızı çizgi olarak ilân ederek reddettiğini defalarca deklare etmişti. Ama “dindarlık” diyor, “dincilik” diye algılanıyor.

Bunda fanatik siyasî karşıtlıkların da çok önemli bir payı var elbette, ama ne olursa olsun, bu tartışmaların “dindarlık” gibi bir masum bir kelimeyi yıpratıp aşındırdığı, üzücü bir vâkıa.

Yine Erdoğan’ın bir zamanlar sıkça tekrarladığı “Hamdolsun” sözü ve merhum Erbakan’ın açıkladığı ekonomi paketlerinin kaynağını izah için “Allah’ın nimetleri” demesinde olduğu gibi…

Böylece, bilhassa terbiye-i İslâmiyenin ciddî şekilde zedelendiği bir ortamda dinî kavramları siyaset diliyle gündeme getirmenin ne gibi sakıncalara sebep olduğu bir kez daha görülüyor.

“Dindar nesil” tepkilerine devam edersek:

AKP karşıtı “İslâmcı”ların bir bölümü, “Zinayı serbest bırakarak mı dindar gençlik yetiştireceksiniz?” tepkisi verirken, bir kısmı da bu partinin iktidarında iyice hızlanan “mücahitlikten müteahhitliğe dönüşüm” sürecine ve kapitalist sistemin sınır tanımayan işgaline vurgu yapıyorlar.

Bu bağlamda seslendirilen “Asıl mesele gençlerin dindarlaşması mı, yoksa dindarların sekülerleşmesi mi?” suali bizim de öteden beri ısrarla üzerinde durduğumuz bir hususun ifadesi.

Dindarların iktidarında yaşanan manevî erozyon, dünyevîleşme, dindarlığın içinin boşalması.

İşin bu cihetinin her türlü siyasî angajmanlardan, tarafgirlik ve karşıtlıklardan âzade bir yaklaşımla derinlemesine ele alınıp tahlili gerekiyor.
Bu durumun kapitalizmle eklemlenme boyutuna dikkat çeken bir kısım liberaller, ilâveten konuyu ideolojik yönüyle de değerlendiriyorlar.

Diyorlar ki: AKP anayasada ve Millî Eğitim Temel Kanununda eğitim sistemine biçilen “Atatürk ilke ve inkılâpları ile Atatürk milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar yetiştirmek” hedefinin yerine “dindar nesiller yetiştirme”yi mi koyacak?

MEB Teşkilât Kanunundaki Atatürkçülük atıflarının çıkarılıp Andımız ve Gençliğe hitabe gibi metinlerin tartışmaya açılması, ilk bakışta sanki böyle bir niyetin varlığını düşündürüyor.

19 Mayıs törenlerinin stadyumlardan okullara alınması ve Millî Güvenlik derslerinin kaldırılması da bu yöndeki adımlar olarak görülüyor.

Ne var ki, iktidarın Atatürk’ü sahiplenmekten vazgeçmeyen genel yaklaşımı, bu adımları eksik ve yarım kalma riskiyle karşı karşıya bırakıyor.
Nitekim bu sahiplenmeyi, Erdoğan’ın dindar nesiller yetiştirmekten bahsettiği konuşmasında da görüyoruz. Muhalefeti “Atatürk’ün ideallerinin istismarını yapmak”la suçlayan AKP lideri, “O ideallerin asıl takipçisi biziz” mesajı veriyor.

Dersim’den 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’a, Kürt meselesinden faili meçhullere, edilgen dış politikadan kötü ekonomiye, derin yapılardan, çetelerden, mafyatik örgütlenmelerden bürokratik oligarşiye… ne kadar olumsuzluk varsa hepsinin altında İttihat ve Terakkî zihniyetinin yattığını söylerken, M. Kemal’in şiddetle karşı çıkıp bizzat mücadele ettiğini söylediği bu zihniyetin, onun ölümünden sonra yeniden hayat ve iktidar fırsatı bulduğunu ve Türkiye’ye yeni faturalar ödetmeye devam ettiğini anlatıyor.

Oysa İttihat ve Terakkî’nin bozuk kısmı ile başlayan olumsuzlukların, bilâhare birinci derecede M. Kemal’le devam ettiği tarihî bir vâkıa.

Buna rağmen onu ibra ettirmekte ısrarlı bir tavırla dindar nesiller yetiştirmek mümkün mü?
* Hüseyin Demirkan’a rahmet diliyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*