Ateş dünyayı sarmadan!…

Filistin’de bombaların dehşeti altında korkular içinde gün boyu kulaklarını tıkayarak titreyen bir çocuk, “anne beni karnına geri koy, burada ölmek istemiyorum” diyorsa ve dünya buna hâla seyirci kalıyorsa, o zaman dünyayı nereye koymak lâzım?

Bir kere yürekten bir yakarışla şöyle bir niyazda bulunmak hakkımız olsa gerek:

“Ya Rab! Bu zulümde ısrar edenleri cehennemin karnına koy!”

“Evet, ‘Tekadü temeyyezü minal ğayz’ âyetinin kat’i beyanatıyla ehl-i küfrün ve zalimlerin zulmünden Cehennemin onlara hiddetinden paralanır hale geldiği anlaşılmaktadır.”

Şimdi zulüm sadece Filistin’de kendisini göstermiyor. Dünyanın bir çok yerinde, bilhassa Ortadoğu’da, Afrika’da ve Asya’da zulme maruz kalan toplulukların hali içler acısıdır. Vicdanları yaralayan ve insanları insanlığından utandıran bu zulümler devam ettiği sürece, sadece mazlûm ve zayıf topluluklarla sınırlı kalmayacak, umumiyet kesbedip bütün dünyayı ve insanlığı kuşatacaktır. Tarihin ibret dolu sayfalarında bunların çok örnekleri vardır.

Bir binada çıkan yangının derhal söndürülmemesi halinde, alevlerin komşu binalara, mahalleye sıçrayarak genişleyeceği gibi; zulme uğrayan toplulukların ateşleri de bütün dünyayı neden kuşatmasın ki?

Suriye’de, Irak’ta, Myanmar Arakan’da, Filistin’de ve daha bir çok yerde insanlar huzura ve emniyete hasret kalmışlardır. İşte Türkiye’yi de de içten içe tehdit eden huzursuzluk, güvensizlik ve belirsizlik giderek artıyor. İçerde huzur, dışarda itibar hızla inişe geçiyor. Irak’ta adını bile anmak istemediğimiz teröristlerin elinde uzun süredir rehin tutulan diplomatlarımızı kurtarmaktan aciz kalan siyasî bir irade, nerede kaldı ki Filistin’e yardım elini uzatsın, Irak’taki Türkmenlerin dertlerine deva olsun!..

İsrail’in Filistin’e böyle musallat olması büyük bir musîbettir. Ama İslâm ve insanlık âleminin bu musîbet karşısındaki tutumu ondan daha büyük bir musîbettir. Dine gelen bir musîbettir. Hem de dünyayı saracak daha büyük musîbetleri, İlâhî ve umumî gazapları celbedecek mahiyettedir. Maazallah.

“Asıl musîbet ve muzır musîbet, dine gelen musîbettir. Musîbet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.“ diyor Bediüzzaman Hazretleri.

Pekâlâ bunu ne kadar yapıyoruz? Her vakit dergâh-ı İlâhîyeye iltica edip feryad ediyor muyuz?

FİLİSTİN DÂVÂSININ FARKLI CEPHELERİ

Şimdi Filistin mücadelesinin daima açık tuttuğu sayısız cephelerden ilk akla gelen bir kaç tanesine şöyle bir bakalım:

Mazlûmiyet cephesi: Zulüm ilânihaye devam etmez. İsrail’in zulmüne maruz kalan bu son Gazze gazası, Filistinlinin mazlûmiyet feryadı olarak bütün insanlığın kulak zarlarını patlatma noktasına gelmiştir.

Zulüm cephesi: Bu cephe İsrail’ın sırtında kalmıştır. Maddî gücü ve tekniği elinde tutarak ve kuvvetli yerlere dayandığını zannederek şiddete başvuranlar, hiçbir zaman umduklarını bulamayacaklar ve hedeflerine ulaşamayacaklardır. Zira yol yanlış ve bâtıl olursa, neticesi nasıl hak olabilir ki?

Hak ve adalet cephesi: Şehitlik mertebesine erişenlerin himmeti, gazilerin ve enkaz üstünde kalanların gayreti devam ediyor. Toprak, kan ve gözyaşıyla yoğrulan hamurun mayası da hak ve adalettir. Maddî âlemin ana unsurları olan toprak, ateş, hava ve su gibi; manevî âlemin unsurları olan hikmet, adalet, merhamet ve inayet hakikatleri daima devrededir. Allah (cc) katında zerre kadar hak zayi olmamıştır.

Direniş cephesi: Her türlü ambargo, baskı, zulüm ve vahşete rağmen Filistinlinin pes etmeyerek göğsünü siper etmesi, dünyadaki bütün mazlûm milletlere en güzel ve mukaddes bir mesaj oluyor..

Gözyaşı ve duâ cephesi: Dünyanın merhamet ve rahmet cephesinin semasından gözyaşı rahmet rahmet akmaya devam ediyor. Musîbetler artarak devam ederken, dua ve yakarış da artarak ve geceyi gündüze katarak devam etmelidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*