“Hâkim, az mütehassis, sağırca, metin bir şûrâ olmalı” ne demektir?

Bir kardeşimiz, Bediüzzaman’ın, Sünûhat’taki şu cümlesinin anlamını sordu:

“Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhit idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.”1

Her zamanın bir hükmü vardır, geçerli bir akçesi, bir psiko-sosyolojik olgusu, bir uygulaması vardır. Eskiden, söz, idare, otorite, hüküm; bir kişinin elinde idi. Yani, eskiden bir padişah, bir kral, bir halife vardı. Buluşları da şahıslar, yani, âlimler, filozoflar, kâşifler yapıyordu. Bu bir kişiyi bir Şeyhülislâm, bir âlim yahut bir müftü denetleyip çabuk tadil edip dengeler ve düzeltebilirdi.

Bediüzzaman’ın, bu meseleyi açıklığa kavuşturan diğer muhteşem bir psiko-sosyolojik keşif ve tesbiti de şudur:

“İşte, zaman-ı istibdâdın hâkim-i mânevîsi kuvvet idi; kimin kılıncı keskin, kalbi kâsî olsa idi, yükselirdi. Fakat, zaman-ı meşrûtiyetin zenbereği, rûhu, kuvveti, hâkimi, ağası hak’tır, akıl’dır, mârifet’tir, kânun’dur, efkâr-ı âmme’dir; kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir. İlim yaşını aldıkça tezâyüd, kuvvet ihtiyarlandıkça tenâkus ettiklerinden, kuvvete istinad eden kurûn-u vustâ hükûmetleri inkırâza mahkûm olup, asr-ı hâzır hükûmetleri ilme istinad ettiklerinden, Hızırvârî bir ömre mazhardırlar.”2

Yani, bundan sonra haklı olan, akla dayanan, bilgi, ilim ile mücehhez, hukukun üstünlüğünü kabul eden ve kamuoyunun gücünü arkasına alan yükselecektir. (Baskı ve zulüm ile olan yükselmeler geçicidir. Demirperde ve Kemalizm gibi)

Artık günümüzde otorite, söz, yönetim cemaatin elindedir, güç şahs-ı manevinindir. Dolayısıyla meşrûtiyet/demokrasi, cumhuriyet hakimdir. Yani, güç; cemaatin ve toplumun tasdikinden geçen bir temsili heyet, yani şûrânın eline geçti.

Buluş ve keşifleri “cemaatler/ekipler”-NASA (Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi), CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi), bir üniversitenin fakültesinden bir profesörler heyeti yapmaktadır. Ticarette bakkallık dönemi bitmiş, şirket ve hodingler devreye girmiştir.

“Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.” sözü; meşveret, şûrâ, meclis, yani, bu temsili heyetin vasıfları şöyle olmalıdır:

Alanında uzman,

Hadiseler karşısında metin, sağlam, sarsılmaz,

Sağırca, yani, etki altında kalmayan (etkilenen değil, etkileyen), tarafgir seslere, çoğunluğa aykırı itirazlara kulağı tıkalı

Ve objektif olmalıdır.

“Az mütehassis”, duygusallıktan ziyade akılcılığı ve gerçekçiliği ön plana çıkaran olmalıdır” demektir.

Ya adalet mekanizması hakperest ve âdil işliyor mu? Siyaset muhasebesini yapmayacak mıyız? Toplumun katmanlarının biribirine düşürülmesi, savrulması, kutuplaşması nereye gidiyor?

“Peygamberimiz (asm) Müslüman, düşüncesini üç bölüme ayırmalıdır: Rabbiyle münâcat; kendi nefsiyle, nefsini muhasebe; helâl ve güzel olan lezzetlerle meşgul olmaya gayret etmelidir’ dedi”3

“Her nefis, her kişi kendi kazancına bağlıdır.”4

“Âyâ bu insan zanneder mi ki başıboş kalacak? Hâşâ! Belki insan ebede meb’ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekâvet-i daimeye namzettir. Küçük büyük, az çok, her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.”5

Pitirim Sorokin, Tarih Felsefesi isimli eserinin bir yerinde şöyle der:

“Normal zamanlarda bile en azından birkaç düşünür veya bilgin, toplumun nereden gelip nereye gittiği, nasıl ve niçini üzerinde kafa yorar. Ciddî bunalım anlarında ise, düşünürler için olduğu kadar sıradan halk için de bir önem kazanır… Sokaktaki sıradan adam bile şu soruları sormaktan kendini alamaz: Bütün bunlar neden oldu? Bütün bunların anlamı nedir? Sorumlusu kimdir? Sebepleri nelerdir? Bir çıkış yolu var mıdır? Buradan nereye gidiyoruz? Benim âilemin, dostlarımın, memleketimin başına neler gelecek?”6

Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 51.
2- Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 33.
3- Hz. Ali (ra), Tuhfetu’l-Ukul, hadis no: 19.
4- Müddesir Sûresi, 38.
5- Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 142.
6- Büyük İslâm Tarihi, c.1, s. 29.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*