Editör-yazar ilişkisi: Sonucu önceden belli tartışma!

Ma’lûmdur ki “editör-yazar” taifesi, en basit ta’birle, “yazı”nın olduğu hemen her yerde (“basın yayın”dan tutun “görsel-işitsel-dijital medya”ya, hattâ “tiyatro, sinema ve TV”yi de kapsayan san’at-eğlence sektörüne kadar) vazifeli şahıslardır. Kısacası, yazarlar kaleme alır, editörler de kontrol eder…

Birbirine yakın, dolayısıyla iç içe geçmiş iki vazife sahasının ortak yönü “fikir üretimi”dir. Birisi (yazar) işin hamallığını, diğeri de (editör) takdimini üstlenir; beriki kendi, öteki de yayın/cı adına üzerine düşeni yapar… Maksat tabiî ki herhangi bir eseri ilgili neşir sahasında alıcısına en iyi şekilde sunmak olup mes’uliyetler hemen hemen eşit düzeydedir.

Özellikle yazarlar “kusur”umuza bakmasın, ama “editör-yazar ilişkisi”nde son noktayı daima editör koyar; zira “yayın/cı temsilcisi” olarak salâhiyet ondadır. [Küçük yayın organlarında “yayın/cı temsilcisi” (editör) aynı zamanda yayıncının kendisi de olabilir.]

Ha, belli hususlardaki hassasiyetlerin zirve yaptığı devrelerde, meselâ müesseseleşmiş teşekküllerde “hatır gönül” bile pek işlemez. Çünkü işin maddî-manevî yönleri bilhassa yayıncı açısından külfetlidir; dolayısıyla naz bir yere kadar çekilir…

Ve “editör-yazar ilişkisinde sonucu önceden belli tartışma”dan kastımız da işte bu!

YAYIN-İADE KARARLARI

Yazar-editör ikilisi, kısaca “bilgi-fikir” demeti olan yazı veya eserlerin neşredilmesi hususunda “mutat” olarak diyalog hâlindedirler—öyle olmaları beklenir.

Bir yazar için en mutlu an, yazı veya eserinin değerlendirildiğini (neşir) gördüğü zamandır. Hele yazı veya eserin hemen hemen hiç dokunulmadan benimsenip işlenmiş olması yazarı daha da mutlu kılar.

Yayıncının kendince haklı gerekçelerle “iade” veya “kısmen yayın” kararlarının yazarı kısa vadede üzecek, fakat uzun vadede geliştirecek durumlar olduğu izahtan varestedir.

Yazıyı kotarmak için âdeta “dokuz doğuran” bir kalem işçisi olarak yazar, “eser”inin neşre değer bulunmaması veya kesilip biçilmesi (“altın makas”) karşısında üzülebilir. Her meslekte olduğu gibi bu “işin tabiatı”nda böylesi handikaplar (beğenmeme, onaylamama) var, ancak yazarlar genelde bunları lehlerine çevirebilecek esnek (uyumlu) zekâya sahiptirler!

Elbette okuyucuların da perde gerisindeki bu tür durumlar hakkında pek bilgisi ol(a)maz—belki “yazar-yayıncı ayrılığı” haberi ortalığa saçılırsa durum ancak anlaşılır…

Bu biraz genel, biraz da özel mevzuu niçin arz ediyoruz? Cevabı hemen aşağıda!

NAÇİZÂNE TAVSİYELER!

Doğrusu, “yazarlık” yolunda yürürken bu fakirin de başından geçen “üzücü” şeyler olmadı değil. Fakat toplamda altı yılı bulan yazarlık maceramızda neşredilmiş yüzlerce yazımızın yanında üç-beşin esamisi okunmaz. Dolayısıyla ne kadar şükretsek azdır…

Elbet yazarlık ve yayıncılığın “hukukî, örfî, ahlâkî, meslekî, hattâ hususî” kàide ve prensipleri var; dolayısıyla her iki taraf da “mecburiyet” derecesindeki bu hususlara uyma noktasında azamî hassasiyet göstermek zorundalar.

Hâlen serbest bir editör ve “bir şeyler yazmaya çalışan” birisi olarak naçizâne, en azından gazete/dergi yazıları için yazarlara belki şunları tavsiye edebiliriz:

Yazılar mümkün mertebe “seviyeli, tutarlı, mantıklı” bir üslûpla kaleme alınmalı; “yersiz, zamansız, hattâ yetersiz” görülse bile yılmamalı, daha iyisini ortaya koymak için aşkla şevkle çalışmalıdır.

Yazı (makale) editörlerinin ise yazarlarla “diyalog kanalları”nı açık tutmaları beklenir; ki bu çok mühim!

En nihayetinde yazar-editör ilişkisinde “kriz” anlarında muhakkak bir “orta yol” bulunur ve bunun için “karşılıklı iyi niyet ve anlayış” yeter de artar bile…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*