Müsbet hareket

Risale-i Nur’un meslek ve meşrep prensipleri içinde en önemli olan maddelerinden biri de müsbet harekettir. Her hâl ve şart altında müsbet hareket edilir ve hiçbir cihette menfî hareket edilmez.

Seksen küsur senelik ömründe müsbet hareketi hayatının en mühim düsturu yapan ve fiilen onu yaşayan Bediüzzaman Hazretleri, ne Osmanlı döneminde ve ne de Cumhuriyet yıllarında bir defa olsun menfî hareketlere bulaşmamış, bilâkis teşebbüs edenleri de vazgeçirmeye çalışmıştır.

Tarihe “31 Mart ayaklanması” olarak geçen hadiseye kadar İstanbul’da faydalı hizmetler yapan ve 1908 yılında ilân edilen meşrûtiyet ve hürriyeti herkesten evvel şeriat namına alkışlayan ve tesirli nasihatleriyle toplumu teskin eden, ayaklanmada bir nutkuyla isyan etmiş sekiz avcı taburunu isyandan vazgeçiren Bediüzzaman Hazretleri, bu ayaklanmaya karışmamış ve nasihatin tesirsiz kalacağını görerek kime rast geldiyse karışmamalarını tavsiye ederek Bakırköy taraflarına çekilmiştir. Buna rağmen çıkarıldığı askerî mahkemede yapmış olduğu şahane müdafaa sonucu hem kendisi beraat etmiş, hem de kırk elli masumun kurtulmasına vesile olmuştur.

Van’da bulunduğu sıralarda meydana gelen ve “Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor” diyerek isyana kalkışan Şeyh Selim hadisesini duymuş ve “O gibi dinsizlikler, o kumandanlara mahsustur. Ben sizinle birlikte olmam. Bu orduya kılıç çekilmez.” diye menfî harekete karşı net tavır koymuştur.

1925 yılında Diyarbakır’da patlak veren Şeyh Said isyanı öncesinde, kendisine gönderilen Kör Hüseyin Paşa ve mahiyetindeki heyete “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyete hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılıç çekilmez, siz de çekmeyiniz, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet irşat ve tenvir edilmelidir” diyerek onları menfî hareketten vazgeçirmeye çalışmıştır. Fakat o müessif hadise vukua gelmiş ve binlerce masumun kanının dökülmesine sebep olunmuştur. Bunlar gibi daha nice örnekler vardır ki, Bediüzzaman hep müsbet hareketi esas almıştır.

Hayatı boyunca korku nedir bilmeyen, imandan gelen bir güçle feleğe meydan okuyan, sıkıyönetim mahkemesinde Hurşit Paşa’nın tehditlerine boyun eğmeyen, Rusya’da esaretteyken kumandana ayağa kalkmayan, İşgal altındaki İstanbul’da İngiliz Başkumandanına meydan okuyan, Mustafa Kemal’in tahakkümüne karşı pervasızca mukabele eden Bediüzzaman, cemaati teşekkül ettikten sonra müsbet hareketi daha fazla öne çıkarmış ve uzun zamanlar boyunca bir tek talebesinin bile burnu kanamadan, iman hizmetini gerçekleştirmeye muvaffak olmuştur.

“Müsbet hareket atom bombası gibi tesirlidir.” diyen Üstad Hazretleri, vasiyeti hükmündeki son dersinde de müsbet hareketi mesleğinin temel bir prensibi olarak adeta emir şeklinde izah etmiştir. “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabır ve şükürle mükellefiz.” (Sözler, s. 870) Bu temel hizmet düsturuna binaen, Cumhuriyet tarihi boyunca ve hatta vefat edene kadar her türlü sıkıntı, baskı ve işkencelere rağmen müsbet hareketten vazgeçmeyen Bediüzzaman, Nur Talebelerinden de aynı hareket tarzını beklemiştir. Bundan dolayıdır ki, Nur Talebeleri hiçbir menfî olaya karışmamış ve her zaman emniyet ve asayiş, huzur ve güvenin temini tarafında olmuştur. Darbelere gerekçe yapılan ve derin mahfiller tarafından organize edilen sağ sol çatışmalarında ve her türlü anarşi, kargaşa ve kaos ortamlarının hiçbirisinde Nur Talebeleri bulunmamıştır. Pasif olmakla itham edildikleri halde, onlar hep müsbet iman hizmetini, milletin irşat ve tenvirini esas almışlardır.

Bediüzzaman müsbet hareket çerçevesinde hiç kimseyi ötekileştirmemiş, dışlamamış ve hep olumlu yaklaşmayı tercih etmiştir. Alevîlerin Ehl-i Sünnet haricinde olanları için de: “Alevî ve Şiîlerin müfritleri ise, değil Peygamberimiz (asm) aleyhinde, belki Âl-i Beytin muhabbetinden, ifratkârâne muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil, bunlar ifrat ediyorlar. Hadd-i şeriattan çıktıkları vakit, münafık değil, fâsık oluyorlar, zındıkaya girmiyorlar. Hazret-i Ali (ra), yirmi sene hürmet ettiği ve onlara Şeyhülislâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği Hz. Ebubekir (ra), Hz. Ömer (ra), Hz. Osman’a (ra) ilişmeseler, Hz. Ali (ra) o üç halifeye hürmet ettiği gibi onlar da hürmet etseler, farz namazını kılsalar, yeter.” (Emirdağ Lâhikası, s. 149) demiştir.

1952 yılında iki üniversiteli talebesiyle ziyaret ettiği Fener Ortodoks Rum Patriği Athenagoras ’a “Allah’ı bir olarak tasdik etseniz, bizim Hz. İsa’yı Allah’ın kulu ve resûlü olarak kabul ettiğimiz gibi, siz de Hazret-i Muhammed’i (asm) peygamber olarak kabul etseniz, ehl-i necat olacaksınız” sözleriyle, müsbet hareket çerçevesinde Hıristiyanları da kucaklayıcı bir yaklaşım içinde olduğunu görüyoruz. Zaten bu teklif de “De ki: Ey ehl-i kitap! Sizin ile bizim aramızda müsâvî olan bir kelimeye gelin” âyetindeki dâvetin bir neticesidir. Evet, müsbet hareket hayatın her alanını kuşatan ve her müşkülün anahtarı olan bir hayat tarzıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*