Cenevre’ye dahil olmayanların “barış” hakkındaki düşüncelerini bu vesile ile duymuş olduk. 11 Eylül felâketiyle birlikte içine kapanmaya başlayan AB’nin ve bu birliğin motoru konumundaki Almanya’nın geçmişteki süreçlere katılmamasının nedametini de işittik. Neoconların destek çıktıkları “fitne ateşine” katılmamış olmak ne AB´yi ve ne de diğer üyelerini tarih önündeki sorumluluğundan kurtarmamış. Bilâkis şu meşum süreçte yaşanan zulüm, katliâm ve küresel kayıplarda mesul hale getirmiş olmalı ki, Almanya Cumhurbaşkanı Gauck, ülkesinin Ortadoğu barışında bundan böyle artık aktif rol alacağını açıkladı. Selefi Christian Wolf’u, “İslâm Almanya’nın bir parçasıdır” sözünden dolayı devre dışı bırakan mekanizmalar galiba çalışamaz hale geldi ki, Gauck ve Merkel’in ülkeleri adına aynı mânâdaki açıklamalarına ses çıkaramadılar…
AB’SİZ ORTADOĞU BARIŞI OLAMADI…
Bediüzzaman Hazretlerinin, “Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna (İttihad-ı İslâma) muarız olmakla mani olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil, belki muhtaçtırlar” mânâsındaki ifâdelerini bilenler, AB’siz barışın neden mümkün olmadığını daha kolay anlayabilirler. Yine onun ifâdesiyle komünistlik, masonluk, zındıklık ve dinsizlikle İslâm coğrafyasında iç savaşları çıkaranlar II. Avrupa’ya mensup cereyanlar olunca, söz konusu zalimlerin hakkından önce Mesih’in Avrupa’sı gelebilir neticesi çıkıyor.
Günümüzdeki İslâm coğrafyasında görülen trajedinin sebeplerini, faillerini, süreç içindeki değişimlerini araştıranların tetkikatları, onları mutlaka 12 Eylül Türkiye’sine getirecektir. Kemalizm adına ülkemizde işlenen cinayeti anlayamamış olanların; Rusya’nın, AB’nin ve günümüz Amerika’sının Cenevre’deki konumlarını kavramaları çok zordur. Dünyanın en kuvvetli ordularını, diplomasi ve siyasetlerini 11 Eylül sabahında kendisine ram edenlerin mahiyetlerini bilmekle kemalist ihtilâlcilerin mahiyetlerini anlamak burada doğru orantılıdır. Neoconların kudretli ordular ve tutsak ettiği istihbaratlarla saldırdığı bir dünyada AB’nin “can derdine” düştüğünü biz unutsak da tarih mütemâdiyen hatırlatacaktır.
AB’nin kökleri her ne kadar Fransa – Almanya demir çelik anlaşması ile ekonomik zemine uzansa da, esas mânâ II. Dünya Savaşının açtığı derin ve korkunç düşmanlığı bitirmekti. Hakikaten bu anlaşma, dünyanın en korkunç çatışmasını bitirmiş, adavetin yerini anlaşma, ittifak ve nihayet dayanışma almıştır. Dünya savaşlarının pimlerini çekenlerle günümüzdeki savaşları pimini çekenler aynı cereyanın mensupları olunca, elbette neocon ve neoliberallerin hakkından AB gelecekti ve geliyor da…
GLOBAL SÜREÇLERİN DIŞINDA KALMA SIKINTISI…
Gauck bu sıkıntısını Münih’te açıkça söyledi. Bundan böyle süreçlere başından itibaren katılacaklarını söyledi. Bir süre sonra AB temsilcileri de barıştaki etkinliklerini arttırmak istediklerini söylediler. Rusya’nın dört sene önceki nedametine AB ve Almanya henüz geldiler. Lavrov, Libya meselesinde seyirci kaldıklarına hayıflanadursun. Ulaşım, muhabere ve paylaşımın dünyamızı bir köye çevirdiği zamanda, global yangınlara sebep olacak çatışmalara bîgâne kalmanın akıllılık olmadığını herkes anlamış oluyor.
BARIŞ SÜRECİ NEREDEN BAŞLADI?
BM’nin çalışmalarını, El İbrahimî’nin gayretlerini ve takip edemediğimiz sair çalışmaları unutmadan, hadise’ye AB cihetinden bakmak istiyoruz. Papa Fransiskus’un halefi 16. Benedikt’in Lübnan ziyareti fevkalâde önemlidir. Ölüm ve zulüm kusan coğrafyanın Mesih’in coğrafyası olduğunu, bölgenin Hıristiyanlık âlemi için önemini ve bu çatışmanın misyonlarına ters düştüğünü ifâde etmişti. Daha sonra Papa Fransiskus da aynı mealde açıklamalarda bulundu. Buradaki kardeş kavgasına Hillary’den bu yana karşı duran ABD, henüz Pentagon ve Beyaz Saray’ı tamamen terk etmeyen neocon ve neoliberallerin şerrinden emin olamadığından, diğer ülkelerden destek istedi. Yer olarak Cenevre’nin seçilmiş olması da manidardır. Cenevre I’de hedefleri ortaya konulan Suriye Konferansının, Şam-ı Şerif karşıtlarının daha önce İstanbul ve Paris’te toplandıkları konferanslardan tamamen farklı olduğunu yine AB temsilcileri ile Rusya ifâde etmişti. Ama bu konferansın çekirdeğinde, misyonu barış olan İsevî Avrupa’nın bulunduğunu pek az katılımcı idrak edebiliyor. Dünün Fransa’sından tamamen farklı bir üslup ortaya koyan Hollande’ın İslâmı Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olarak ilan etmesi de yukarıdaki manaya kuvvet veriyor. Bu arada Hollande’ın Tunus’un yeni anayasasını tebrik ederken islâm ile demokrasinin bir bütünlük arz ettiğini ifâde etmesi, Türkiye Kemalistlerini inşaallah ümitsizliğe sevk etmiştir diye düşünüyoruz.
ELHASIL: Şam-ı Şerif konferansı olarak da adlandırabileceğimiz barış konferansına, Avrupa’nın da en az müslümanlar kadar ihtiyaç duyduğuru, bu büyük organizeye harcadığı maddî manevî destekten anlıyoruz. Yeni bir şekil ve üslupla yeniden Avrupa’yı ateşleyen – Kiev ve Bosna´da olduğu gibi – dünün komünist ve masonlarına, Hıristiyan Avrupa’nın tek başına karşı koyması artık imkansızlaşıyor. Avrupa’nın barış ve huzuru ittihad-ı İslâm coğrafyası ile ayrı bir tenasüp oluşturuyor. Madrid istasyonunu, Londra metrosunu, Norveç’teki gençlik kampını ateşe verenlerin; Bağdat’ı, Şam-ı Şerifi, Kahire ve Trablusgarp´ı ateşe verenlerle müttefik olduklarını, I. Avrupa bizden daha iyi biliyor…
Benzer konuda makaleler:
- Almanya’da Gauck’a destek büyük
- YENİ ALMAN CUMHURBAŞKANI: Wulff’un çizgisi devam etmeli
- Almanya´da İslam dersi
- Lüzumsuz tartışmalar…
- İslâm Almanya’nın gerçeği
- Christian Wulff’un yolunda…
- İran’sız Suriye konferansı…
- Avrupa’da 28 Şubat baharı
- Avrupa başpiskoposları ve dinî hürriyetler…
- Almanya´ya gidecek din görevlilerine eğitim
Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü / Eğitimci – Yazar
İlk yorum yapan olun