Avrupa güler ağlanacak halimize

Zaman makinasının dokuduğu gergefi görememek…

 Hele o gergefin üzerinde ortaya çıkmış nakışları okuyamamak… Basiret veya idrak tutulmasıyla ifade edilecek şeyler elbette değil… Yeni Asya, “Arap Baharı “ ismi verilen dahili ihtilâlleri, iç savaş ve dış müdahaleleri tam üç sene önce haber vermiştir. Küresel finans çetesinin dünya medyasının önemli organlarına aktardığı dev rüşvetlerle oluşturduğu “mahalle baskılarını” hiçe sayarak ahirzaman fitnesinin pazarladığı devrimleri önden öne yazmaya çalıştı, fakat deccaliyet tsunamisinin dağvari dalgalarını önleyememiştir.

Avrupa ve Amerika‘yı siyasal hercümerce uğratan 11 Eylül hadisesini, dünyada domina etkileri yapacak bu müdahalelerin sebep olduğu iktidar değişikliklerini zamanında görüp kabul etmeyen hükümetimizin yanlışlardaki ısrarı yalnızca dostlarımızın değil, düşmanlarımızın da dikkatini çekmiştir. Önce Arap dünyasındaki dostlarımız, AKP hükümetinin bu bölgedeki tutumunu tenkid etmişlerdi. Neocon‘larla birlikte olma uğruna; Yemen, Libya, Mısır ve Suriye’de akan kanlardaki vebalimizi gösterdiler… Sonra AB temsilcileri Türkiye’nin Arap Baharındaki tutumunu tenkid etmişti. Bilhassa Davutoğlu’nun sözdeki “Suriye Dostları” toplantılarında müdahale için  gösterdiği yüksek performansa şaşırdılar. Hatta Hillary Clinton, dışişleri bakanımıza bu husustaki memnuniyetsizliğini bir toplantıda ihsas etmişti. Ne acıdır ki, yetkililerimiz angaje oldukları bu meselede itidal yerine bütün  güçleriyle “muhaliflerin ihtilâllerine“ kuvvet verdiler ve dostlardaki şaşkınlıkları soru işaretleriyle süslediler…

Suriye’ye tümden yapılacak müdahalelerin en ateşin tarafı Fransa’nın dışişleri bakanı da nihayet şaşkınlığını ifade ediyor. İngiltere gibi politikasını “nifak ve İslâma hasımlık“ üzerine inşa etmiş ülkeler de AKP hükümetinin Şam-ı Şerif’e olan düşmanlıklarını sorgulamaya başladılar. Peygamberimize (asm) olan adavetiyle şöhret yapmış Rasmussen  veya ona desteğini esirgemeyen Angela Merkel‘i “geri vitese” aldıkları Suriye Müdahalesinde, hükümetimizin Avrupa ve Amerikalı sömürgecileri yardıma çağırması ve hatta onların isteksizliklerini dünyaya şikâyetleri izzetimizi düşman nezdinde rencide ediyor.

AKP kurmayları Suriye meselesinde belli noktalara angaje olunca, zamanı doğru okumada iyice çağın gerisine düştüler… Libya meselesindeki “tarafsızlığından” dolayı hayıflanan Rusya‘nın Şam-ı Şerif’te deccaliyete karşı dik duruşunu anlamayan M. Ali Şahin gibi tecrübeli siyasetçilerin Putin’i  Türkiye efkâr-ı ammesine şikâyeti ise dış politika diplomasisinde indiğimiz derekeyi âleme gösterdi. Neredeyse, Suriye müdahalelerine karşı aktif çalışmalarından dolayı Papa’ya savaş açacak bu ekibin maksadını Türkiye kamuoyu kadar Avrupa anlamak da  fevkalâde güçlük çekiyor.

Bazı gazetelerde, Amerika’nın yapacağı sınırlı müdahalenin Körfez ülkelerince finanse edileceği yazıldı. Ehl-i hamiyeti ağlatacak bu haberi okuyan bazı okuyucularımız hayretimizi azaltacak noktaları işaret ediyorlar. Türkiye’nin Libya müdahalesi için gönderdiği dört yüz milyon doları çöldeki isyancıları eğitmesi gibi; Suriye muhaliflerine üç yıldır verdiği maddî-manevî desteğin, Körfez ülkelerinin savaşı finansesinden geri kalmayacak derecede yıkıcı olduğunu haklı olarak ifade ediyorlar.

İdrak tutulması böyle mi olurmuş? Libya’da Yemen’de ve Suriye’de masumların ölümünden ziyade, oradaki rejim değişikliklerine kilitlenmiş kitlenin 2. Avrupalı olduğunu yıllardır yazıyoruz. Mescid-i Aksa, Keşmir ve Çeçenistan için Müslümanları şuurlanmaya ve nümayişe dâvet edenlerin, Şam-ı Şerif’in sokaklarında semavî dinlere düşman askerlerinin dolaşmasının haihişle istemeleri bir idrak tutulması ise, Kerbelâ katilleri de bundan istifade edebilir. Zira saltanat hırsının hertürlü zulmü mübah gösterdiği bir dünyada yaşıyoruz. Dünya tarihî saltanat uğruna baba, evlâd ve kardeş katillerinin çokluğunu herkese göstermiyor mu? Arap Baharı denilen ihtilâller zincirinde de dünya hakimiyeti ve saltanatı mücadelelerinin her rengi mevcut … Belki de, dünya hakimiyeti uğruna deccaliyetin çıkardığı nifak ve yaktığı ateşlerdir, bunlar… En büyük endişemiz, idarecilerimizin tutuldukları bu “basiret körlüğü”  devam ederse Arab’ı tutuşturan dehşetli yangın bizi de içine alacak … Şam-ı Şerif’e yönelen bu ateş belki bütün kıt’ayı yakacak… Bu husustaki hadis-i şerifleri yeniden gözden geçirmeliyiz, değil mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*