Avrupa Ramazan’a vatan oldu…

1980’lerin başında Avrupa’ya ilk geldiğimizde, bizden öncekilerin 60’lı hikâyelerini dinledik. Başta Türkiye olmak üzere; Balkan, Fas, Tunus, İtalya ve İspanya’ya gelen işçilerin ortak isimleri Gastarbaytar’dı…

Yani misafir işçi… Fakat bu kelime ile genellikle Türkler kastedilirdi.

Güzel hikâyelerdi. Birinci Dünya Savaşı’na kadar dedelerimizle mübaşeret içinde bulunan Almanya, bizden önceki gelenleri de sevmiş olmalılar. Davul-zurna ile karşılamaları; dinî, kültürel ve sosyal isteklerimize büyük önem vermeleri bundan olmalı: Osmanlı torunları…

Cuma namazları için fabrikanın geniş mekânlarını hazırlayan Alman iş adamları Türkleri sevmiş ve İslâmiyete hayranlık duymuşlar. Bayram namazlarında şehrin spor salonu veya o şehrin en büyük kilisesini tahsis etmeleri buna delil sayılamaz mı? 1983 yılında böyle büyük bir salonda Kurban Bayramı namazını yaşamıştım. Otuz-elli bin işçiyi istihdam eden fabrikaların “işçi yurtları” meşhurdu: Opel fabrikasının Rüsselsheim yurtlarıyla Ford’un Köln’deki yurtları nostaljileriyle birlikte çoktan tarih çadırlarına çekilmişler. İşçilerimizin birkaç seneliğine misafir olarak geldikleri bütün yerlerdeki yurtların giriş veya bodrum katlarında mescitler vardı. Kemalistlerle ikinci Avrupa’nın bu küçük kıt’ada İslâma henüz vize uygulamadığı zamanlarda, Türkiyemizin mümtaz hocaları bu meşhur mescitlerin kürsülerinde şakırlardı…

Misafir, bavulunda fazla bir şey getirememişti. Fakat Avrupa’ya; bavullara denklere ve hatta gemilere sığmayacak büyüklükte ve çoklukta şeyler getirdiğini kendisi de ilk başta anlamamıştı. Fetret içindeki Avrupa’ya yepyeni bir bakış, inanç, kültür, estetik, koku, tat ve ses getirdiğini Avrupalılar yaşayarak öğreneceklerdi. Tarih kitaplarındaki Endülüs’ü, Sicilya’yı, İstanbul ve Kudüs’ü misafir işçilerin bavullarında yıllarca boşu boşuna arayıp durdular. Misafir’deki Celâleddin’i, Sultan Selâhaddin’i ve Sultan Fatih’i sordular. Anadolu’dan gelen misafirin başına gelen Kemalizm felâketinin mahiyetini bilemediklerinden belki de sormakta haklıydılar.

Zaman içinde misafir işçiler eşlerini de gurbete taşıdılar. Çocuklarını da… Devlet bu çocuklar için dönüşlerinde dil problemi yaşamasınlar diye “Anadili tamamlama” derslerini okullara koydu. İşçi yurtlarından mahalleye taşınanların kapalı avlulardaki mescitlerine göz yumdu. Hatta birkaç yıllığına Türkiye’den buraya gelen öğretmen ve imama da yardımcı oldu, Hıristiyan devlet…

RAMAZANIN HİKÂYESİ…

Hikâyenin bundan sonrasını siz de biliyorsunuz. Almanların misafirleri önce dört duvardan ibaret basit mescitler istediler. Sonra işi kubbe ve minareye taşıdılar. Olmadı, minarelerden ezan-ı Muhammedi okudular. Çarşı ve pazar caddelerine yerleşerek sılanın damak tadını, göz zevkini ve ev kültürünü Avrupa’ya taşıyorlardı. Kuzeylilerin Akdeniz sebze ve meyvesini tanımalarına çalışırlarken karpuzun da pişirilmeyeceğini öğrettiler. Ekmek ve çorbanın komşular arasındaki paylaşımını yaşayarak gösterdiler.

Binbeşyüz senelik bir inanç, kültür ve zevk dünyasının bu soğuk kıt’ayı Ramazanla ısıttığını kaç kişi bilebilir ki… Meraklı, mütecessis ve saldırgan dinsizlerden kurtuluşunu yer yer Müslümanlarda arayan Avrupalılar ve bilhassa Almanlar için Ramazan mevsimleri bir fırsata dönüştü ve hâlâ devam ediyor. Beynelmilel bir fuarda ihtiyacını arayanlar gibi Ramazan-ı Şerif vesilesiyle camiyi, sokağı, sofrayı ve dinî ritüellerimizi gezen Avrupalılarda, Kur’ân tercümelerini birkaç kez okuyanların sayıları az değildir. Sair zamanlarda nisbeten âlemlerine çekilen Müslümanların bu mevsimde toplumun bir köşesinde çiçek çiçek açmaları İslâmiyeti tanıma cihetinde Avrupalılar için bir fırsattı… Fakat…

Ramazan-ı Şerifi bavullarında  bu eski ve küçük kıt’aya taşıyan Müslümanların dinî bilgileri aktüel gelenek ile sınırlı kalıyordu. Bilhassa köyden, kırsal alanda ağır işler için buraya dâvet edilmişlerin “doğru İslâmdan” mahrum olmaları, yukarıda sözünü ettiğimiz Avrupalıları ve bilhassa Almanları inkisar-ı hayale uğratmadı değil.. Aylarca Kur’ân’ı ve Efendimizi kaynaklarından okuyan Avrupalıların bir çoğu ilk muhabbet ve şevklerini kaybetmeye başladı. Zaman içinde bu büyük eksikliklerinin farkına varan bazı Müslümanlar, geleneği aşarak kitaba ve kaynaklara ulaşmaya çalıştılar. İşte bu süreç ile, eskisi kadar zengin, rengin ve derin olmasa da münasebetler yeniden kurulmaya başlandı.

İş arkadaşının, komşusunun veya çocuğunun mektup arkadaşının uzun yaz gecelerinde ondokuz-yirmi saat hiçbir şey yemeden, içmeden oruç tutmaları Avrupalılar için dünyanın en garip hadiselerinden olmalıydı. Onları mütemadiyen takip ederlerken, açlık veya susuzluktan nerede düşeceklerini merak edenler çok olmuştur. Bilhassa madenlerde, metal fabrikaları ve inşaatlar gibi ağır iş yerlerinde…. İslâmiyetin senelik tanıtım ve uygulama fuarına dönüşen zamanlarda, fetretten gelen Avrupalıların Müslümanlardan neleri sormuş olabileceklerini hangi meselelere odaklandıklarını ve bu sosyal sergiden neleri almış olabileceklerini az-çok tahmin edebilirsiniz. Belki de bu geniş ve çok boyutlu konuyu, Avrupa üniversitelerinde İslâmı tahsil edenler, birgün bilimsel olarak yazacaklar…

.. VE RAMAZAN AVRUPA’YA YERLEŞTİ.. ARTIK DÖNMÜYOR

Bildiğiniz üzere Ramazan-ı Şerif’in Mesih’in ikinci vatanına bu ikinci gelişinin, yerleşmesinin entegre ve Avrupa’yı dönmemek üzere vatan edişinin hikâyesi yazılırsa, gayet uzun olacak. Yarım asra yakın bir sürece Almanya’nın en ücra köyüne kadar nüfuzu ve dehşetli deccaliyetin sinsi ve nifak dolu hücumlarına rağmen bu coğrafyayı yurt edinmesi azıcık mu’cizevidir. Zira üç-beş geleneksel Müslüman misafir işçinin kucağında veya bavulunda geldiğini düşünüyoruz. İlk mektep mezunu, ilmihal bilgilerinden bile mahrum, çoğu kez pusulasız ve arkasında hiçbir İslâm hükümetinin desteğini göremeyen insanlarımız….

Avrupalıların misafir olarak dâvet ettikleri Ramazan’ın “geri dönüş” derdi bundan çeyrek asır önce bitmişti. Onun kıt’aya yerleştiğini ve Avrupalı kimliklerle dünyayı dolaştığını, sılaya bildirmek zorundayız. Kendisini yedi-sekiz yüz sene önce Endülüs’ten, Sicilya’dan ve kısmen Balkanlardan tehcir eden vahşilere karşı, bugün Ramazan-ı ciddî seven, sahip çıkan ve onu Avrupa’nın birçok mahfilinde deccaliyete karşı müdafaa eden İsevî ve İnsaniyetperver Avrupalıların sayısı da az değil… Deccaliyet medyası kendisini paralasa da durum değişmeyecek.. Ramazan buraya yerleşti ve Avrupalı oldu…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*