Avrupa sünnetullahı öğreniyor…

Batı dünyasında, İslâmın “aleyhteki propagandalar” ile nasıl inkişaf ettiğini siz sevgili okuyucularımızla zaman zaman paylaşıyoruz. 11 Eylül felâketiyle Kur’ân’ı –hâşâ– terör kitabı, Müslümanları da potansiyel terörist olarak lanse etmeye kalkışanlar, Kur’ân-ı Kerîmin Avrupa, Amerika ve Avustralya’da yüz milyonlarca satmasına vesile olmuşlardı. Seyyar bir medreseye dönüşen dünyada, Avrupalılar geceli gündüzlü Kur’ân’ı araştırmışlardı. Rasmussen’in ülkesindeki “karikatür” rezaleti de Peygamberimizi (asm) Avrupa’nın gündemine oturtmuştu.

Medya, üniversiteler, kiliseler ve dolayısıyla halklar Hz. Muhammed’in (asm) hayatını tetkike koyulmuşlardı. 11 Eylül’ü tezgâhlayan neoconlar da, Avrupalı saldırgan ateistler de Kur’ân’ın ve Peygamberimizin (asm) bu denli gündemi dolduracağını tahmin edemeden, şuursuzca İslâmiyete hizmet etmiş oldular.

Bugünlerde de Avrupa yukarıdaki hadiseleri tedai ettirecek bir başka olay ile çalkalanıyor. Agresif ateistleri sevindirecek bir mahkeme kararı ile Avrupa efkâr-ı ammesi yine karşılıklı iki saf halinde bu defa “geleneği” tartışıyor. Hem de kökü beş-altı bin sene ötedeki bir geleneği…

Köln mahkemesi, erkek çocukların sünnet edilmesini “kasıtlı yaralama” olarak tescil etti. Bundan böyle erkek çocuklarını sünnet edecek Müslüman ve Yahudi ebeveynler, yanlış beyanlarla çalıyı dolaşarak problemlerini çözecekler. Belki de cerrahî müdahaleyi yapacak doktorlar, sünnetten evvel sünnetin mecburiyetine delil sayılacak hastalık raporunu hazırlayacaklar. Zira tehdidin ucunda meslekten men ve hatta hapis cezası bile görünüyormuş. Meselenin tıbbî ve hukukî boyutlarını ehline bırakarak, ortaya çıkan tartışmadan sizlere birkaç kesit arz etmek istiyoruz.

Müslüman ve Yahudilerin, dedeleri Hz. İbrahim’den bu yana takip ettikleri geleneğin hukukî kaynağında yine Müslümanlar var. Gerçi bütün semavî dinlerin Almanya’daki kuruluşları (cami, kilise ve havra), politikacılar ve birçok sivil toplum kuruluşu mahkemenin bu antidemokratik kararını medya aracılığıyla protesto ettiler. Belki de çoktan beridir “semavî dinlerin” aynı cephede ittifak ettikleri bir duruştu sünnet olayı. Yahudilerin tepkisi hem dinî, hem de azıcık ironik idi. Alman politikacı ve idarecilerin her konuşmalarında kültür ve inanışlarını “Yahudi geleneğine de” dayandırdıklarını hatırlattı Musevî temsilciler. Yani, işte siz bu kadar “geleneğe” saygılısınız, demek istediler. Katolik Kilisesinin Köln Kardinali Meisner ise, kararı etik ve dinî yönden tenkit etti.

İslâmiyetin bundan yüz sene önce Avusturya’da “resmî din” olarak tanınmasının sene-i devriyesi münasebetiyle Viyana’da düzenlenen merasimlere katılmak üzere bu ülkeye gelen Diyanet İşleri Başkanı ise, bin beş yüz senelik ve hatta İbrahim’den (a.s.) bu yana devam eden bir geleneğin mahkeme kararı ile kaldırılamayacağını açıkladı. Protestan Kiliseleri Birliği de mahkeme kararını şiddetle kınadı. Daha doğrusu İbrahimî dinler, Hz. İbrahim’e (a.s.) ait geleneğe yapılan tecavüze müsaade etmiyorlar. Belki de ikinci bir mahkemenin “tıbbî yaklaşımı” esas alacak yeni bir kararıyla hüküm sakıt olacaktır. Fakat önemli olan nokta, bu kararın doğurduğu tatlı ve faydalı tartışmalardı kanaatimizce…

Müslümanlar zaten “sünnet” diyorlardı… Yani gelenek–görenek… Musevîlerde bu gelenek âyetle farz-ı ayn seviyesine çıkarılmış… Doğumu takip eden günlerde erkek çocuklarını sünnet ettiriyorlar… Mahkemenin Müslümanları hedef alması ve sünnete karşı çıkanların oklarını İslâmiyete fırlatmaları, âyetin tesbitiyle “Hz. İbrahim’in (a.s.) Yahudî ve Nasranî değil, Müslüman olduğunu” ortaya koymuş oldu. Tartışmalar daha çok Hz. Muhammed ve Hz. İbrahim ekseninde cereyan ediyor. Kur’ân ve hadis kaynağından hareketle Müslümanlar yeniden Hz. İbrahim’i (a.s) de anlatmaya başladılar.

Türkiye’deki İslâm karşıtı münafıklar genellikle Ramazan ayına doğru, kafaları karıştıracak ve fikirleri müşevveş edecek meseleleri ellerindeki medya ile servis ederek Müslümanların huzurunu bozmaya çalışıyorlardı. Fakat tartışmalar netice itibariyle İslâmiyetin ülkemizdeki inkişafına hizmet edince, son senelerde bu yola fazla tevessül etmiyorlar. Buna mukabil semavî dinlere düşman mülhitler Avrupa’da bu geleneği sürdürmeye çalışıyorlar. Kiliseye karşı daha çok Noel’e doğru, Müslümanlara ise Ramazan-ı Şerif’te hücuma geçerek menfî propagandaya girişiyorlar. Ekseriyeti zındıkanın elinde bulunan medya da bu saldırılara servis yapıyor.

Yukarıda arz ettiğim üzere bu karşı saldırılarla İslâmiyet, hiçbir müsbet propaganda gücünün yetmeyeceği bir ilgi ile bütün manşetlerin zirvesine oturarak, aylarca kendisini ders verdiriyor. Günümüzde paraya, silâha, siyasete ve kısmen teknolojiye hakim cereyanlara rağmen Müslümanların veya semavî dinlerin kendilerini bu topluma müsbet olarak anlatması mümkün değildi. Fakat Allah’ın inayeti ile “hak din” kendisini düşmanları vasıtasıyla bütün dünyaya ders verdiriyor… Bu büyük ve güzel netice için bize söylenecek birkaç nahoş söz ve atılacak ufak ufak taşlardan şikâyete elbette hakkımız olmamalı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*