Ayasofya da Bir “Açılım” Bekliyor

Image

Ayasofya, tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de tartışmaların odağında olmuştur. Asırlarca mabed olan eser günümüzde ne yazık ki müze olarak kullanılmaktadır. Dünyada böyle bir uygulama acaba nerede var?

Ayasofya, Bizans devrinde İstanbul’un en büyük kilisesi iken, fetihten sonra şehrin en ulu camii haline getirilen ve etrafında zamanla bir külliye teşekkül eden mabettir.

Fetihten sonra şehrin en büyük mabedi olan Hagia Sophia Kilisesi Fatih tarafından Ayasofya adıyla fethin sembolü olarak camiye çevrilmiş ve ilk Cuma namazı da burada kılınmıştı. Bu sebeple daha sonra fethedilen diğer şehirlerdeki kiliseler camiye çevrildiklerinde Ayasofya adıyla anılması adeta bir gelenek haline getirilmiştir.

İmparator Justinyanus mabedin yapımı için Miletli İzidor ile Arthtemius adlarındaki iki mimarı görevlendirdi. Bu ustalar 31 m. çapındaki taş kubbeyi 51 m. yükseklikte inşa etmeye muvaffak oldular. Bu durumu Bediüzzaman tevhid delili olarak ele alır ve “Ayasofya kubbesindeki taşlar, eğer mimarının emrine ve san’atına tâbi olmazlarsa, her bir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik san’atında bir mahareti ve sair taşlara hem mahkûm, hem hâkim olmak, yani, “Geliniz, düşmemek, sukut etmemek için baş başa vereceğiz” diye bir hüküm sahibi olması lâzımdır, der. Binler defa Ayasofya kubbesinden daha san’atlı, daha hayretli ve hikmetli olan masnuattaki zerreler, Kâinat Ustasının emrine tâbi olmazlarsa, her birine Sâni-i Kâinatın vasıfları kadar mükemmellik vasıfları verilmesi lâzım geldiğini belirtir.1 Bir başka eserinde, “Ayasofya gibi kubbeli bir camiin kubbesindeki taşlarını durdurmak vaziyeti ve muallâkta durdurması bir ustaya verilse, o vaziyeti onlara kolayca verebilir. Eğer o vaziyete girmesi taşlara havale edilse, her bir taş, umum taşlara hem hâkim-i mutlak, hem mahkûm-u mutlak olmak lâzım gelir-tâ ki, birbirine baş başa verip muallâkta durabilsinler. O halde, o ustanın kolayca gördüğü işini görmek için, yüz usta kadar, yüz derece işinden daha ziyade işler görülecek, sonra o vaziyetler alınacak” der.2

Binlerce işçinin çalışmasıyla altı senede yapılan bu mabed 27 Aralık 537 günü imparatorun hazır bulunduğu muhteşem bir törenle açıldı. Mabede girdiği zaman çok heyecanlanan imparator, rivayete göre haykırarak “Böyle bir eseri meydana getirmeye muvaffak olduğumdan dolayı Allah’ım sana şükürler olsun” demiş ve Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya gönderme yaparak “Süleyman seni yendim” sözlerini ilâve etmiştir. Daha sonraki asırlarda Ayasofya’da Katolik ve Ortodoks mezheplerinin birleştirilmesi için toplantılar düzenlenmiştir. Bu toplantılarda İstanbul patriğinin söylediği “Ayasofya kürsüsünde Müslüman sarığı görmek, kardinal külahı görmekten evladır” şeklindeki sözü meşhurdur.

Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettikten sonra Ayasofya’ya gitti ve şehrin güzelliği karşısında takdir duygularını gizleyemeyerek “Hakikaten bunlar erkek insanlarmış. Onların muharebe esnasında böylece çarpışmaları ve ölmekten saadet duymaları boşuna değilmiş” dedi. Sultan, Ayasofya’ya girdi. Patriğe, “Ayağa kalk. Ben Sultan Mehmed sana, arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum: Bugünden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” dedi. Kumandanlarına dönerek, askerlerin halka kötülük yapmamalarını emretmelerini söyledi. İlk Cuma namazını orada kıldı. Padişah İstanbul’u imar ederken Ayasofya’ya büyük önem vermiş, pek çok ilim, sosyal yardım ve hayır kurumları arasında bu camiye büyük ve zengin kaynaklar vakfetmiştir. Fatih vakfiyesinin sonunda şunlara yer verir:

“Kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tadile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalâvereyle Ayasofya Camiinin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar. Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse;

Allâh’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen lâneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hâlâ bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allâh’ın azabı onlaradır. Allâh işitendir, bilendir.” 3

Fatih, vakfiyesinde vakıf şartlarına saygı göstermeyen, kanunu değiştiren, şartlarını bozan ve iptaline çalışanlar için de, Allah’ın en şiddetli azabına ve lânetine uğramasını diler. Bediüzzaman şu zamandaki medeniyetin “Ayasofya gibi milyarlara değer mukaddes bir binaya” zâlimane kanunlarına boyun eğmeyen birisinin sığınmasıyla, o binayı harap etmek gibi, en dehşetli vahşetlere fetva verdiğini belirtir.4 Bediüzzaman, “Ayasofya, Hıristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir abidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette camiye çevrilecektir” der.5 Bu arzu bir rüya olarak da gerçekleşir. Meselâ, “Rüyalarımız dahi neş’e ve ferahla dolu. Düşmanlarımızın ise yüzleri daha ziyade karardı. Nifaklarının hiçbir şey yapmadığını ve yapamayacağını artık biliyorlar. Üstadımız, İstanbul’un şahsiyet devrinin yadigârı olan her şeye yeniden can verdiler. Kardeşlerimizin gözünde, şehrin manzarası birdenbire değişti. Ayasofya, Sarayburnu’na kadar uzandı. Minarelerinde yine ezan-ı Muhammedî (a.s.m.) okunuyor; içinde, hâfızlar yeniden Kur’ân-ı Kerîm tilâvetine başladılar. Fâtih, her gün türbesinden kalkarak, fethettiği şehrin büyük ve mübarek misafirine, “Hoş geldiniz!” diyor ve onu tebrik ediyor.6 Fatih Ayasofya Camiinin hizmetine 50 kişilik kadro tahsis etti. Ayasofya 24 Ekim 1934’te camilikten çıkarılıp Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. Bu arada sebepsiz olarak medrese yıktırıldığı gibi içeride bulunan ve camiye ait olan çeşitli eşya ile halılar ve levhalar da kaldırılmıştır. Bunlardan büyük levhalar daha sonra yerlerine tekrar asılmıştır. Beş yüz yıl Türk eseri olarak hizmet eden bu caminin eşyası dağıtılmıştır. Ayasofya müze haline geldikten sonra ilk defa 8 Ağustos 1980 tarihinde Hünkâr Mahfili ibadete açılmıştır. Bundan kısa bir süre sonra (14 Eylül 1980) yenileme bahanesiyle tekrar kapatılan Hünkâr Mahfili 10 Şubat 1991 tarihinde yeniden namaz kılmaya tahsis edilmiş ve kısmen de olsa Ayasofya cami olarak hizmet vermeye başlamıştır. Ayasofya cami olduğu süre içinde, Ramazan aylarında özellikle teravih namazında çok kalabalık bir cemaatin toplanmasına imkân verir ve padişahın da katıldığı kadir geceleriyle bayram namazlarında muhteşem bir görünüş sergilerdi. Bediüzzaman Ayasofya Camiindeki kalabalık cemaatleri örnek verir.7 Ayasofya’ya atfedilen İslâmî ve mefkûrevî önem birçok tarihi zafer duaları ve dinî toplantıların orada yapılmasına sebep olmuştur. Mısır Câmiü’l-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahîd Efendi, İstanbul’a bir seyahat için geldiğinde, İstanbul’da bulunan Bediüzzaman Said Nursî’yi ilzam edemeyen İslâm uleması, Şeyh Bahîd’den bu genç hocanın (Bediüzzaman’ın) ilzam edilmesini isterler. Şeyh Bahîd de, bu teklifi kabul ederek bir münâzara zemini arar. Ve bir namaz vakti Ayasofya Camiinden çıkılıp “çayhâne”ye oturulduğunda, bunu fırsat telâkki eden Şeyh Bahîd Efendi, Bediüzzaman Said Nursî’nin Avrupa ve Osmanlı hakkındaki görüşlerini sorar.8 Derviş Vahdeti ve arkadaşları 5 Nisan 1909 tarihinde İstanbul’da İttihad-ı Muhammedi adı ile bir cemiyet kurdular. Bu cemiyetin kuruluşu Ayasofya‘da okutturulan bir mevlitle ilân edildi. Bu mevlit dolayısıyla büyük merasimler yapıldı. Ayasofya Meydanı İstanbul’da o güne kadar görülmemiş bir kalabalıkla dalgalandı. Cemiyetin kuruluş töreninde Bediüzzaman da hazır bulunmuş ve “Ayasofya Camiinde elli bin adama takdirle nutkunu dinlettir”mişti.9 Bu mevlide Bediüzzaman’ın gelişini gören bir zat şöyle anlatır: “Saat on sıralarında, önlerinde medrese talebeleri olduğu halde, Bediüzzaman Hazretleri geldiler. Kendilerini dış kapıda karşıladık. Medrese talebelerinin başlarındaki sarıklar nur gibi beyaz idi. Çiçek gibi ruha rahatlık veriyordu. Hele bunlardaki dinî terbiye kendilerine başka bir güzellik bahşediyordu. Bediüzzaman o meşhur tavrı ve daima belinde taşıdığı hançeri ile inanmış olarak kürsüye çıktı ve bir nutuk söyledi.” Bu nutkunda Bediüzzaman “Kabr-i kalpten hakaik çıplak çıktı. Namahrem olanlar nazar etmesin” diye başladı ve iki saat ayakta hitap etti. Devrin siyasî, içtimaî, dini bütün konularına temas etti. Bediüzzaman bu hitabesinde mebuslara: “Meşrûtiyeti, meşrûiyet unvanıyla telâkki ve telkin ediniz. Ta yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareki garazlarına siper etmekle lekelemesin. Hürriyeti, şeriatın adabıyla kayıt altına alınız. Zira cahil insanlar ve halk kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur. Adalet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Ta ki namaz sahih ola” dedi.10 Ayasofya, Osmanlı Devri Türk mimarlarına, kendiliklerinden ulaşmış oldukları bir yapı tipinin ayakta duran bir tatbikat örneği teşkil etmiş ve öğretici bir model görevi yapmıştır. Günümüzde Ayasofya’yı, beş yüz sene devam eden kudsî vaziyetine çevirmek lâzımdır. Said Nursî, “İslâm dünyasını, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli” yapılmasını ister.11 “Açılımlar”ın yapıldığı günümüzde Ayasofya ne zaman aslına çevrilip cami olarak açılacak?

 

Dipnotlar:

1. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 510.

2. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 505.

3. Fatih Sultan Mehmed Han / 1 Haziran 1453-Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde Bulunan Ayasofya İle İlgili Arapça Vakfiyenin Tercümesi.

4. Bediüzzaman Said Nursî, Sünûhat, s. 99.

5. Son Şahitler 2, s. 110.

6. Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 575.

7. Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 402.

8. Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 45-46.

9. Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s. 388.

10. Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 20.

11. Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 396.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*