Ayasofya’da ilk Cuma namazı

Fatih Sultan Mehmed 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’u fethettikten sonra Ayasofya’ya gitti ve şehrin güzelliği karşısında takdir duygularını gizleyemeyerek “Hakikaten bunlar erkek insanlarmış. Onların muharebe esnasında böylece çarpışmaları ve ölmekten saadet duymaları boşuna değilmiş” dedi. Sultan Ayasofya’ya girdi. Patriğe, “Ayağa kalk. Ben Sultan Mehmed. Sana, arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum: Bugünden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız.” dedi.

Kumandanlarına dönerek, askerlerin halka kötülük yapmamalarını emretmelerini söyledi. Şehirde ilk Cuma namazını 1 Haziran’da Ayasofya’da kıldı.

Binlerce işçinin çalışmasıyla altı senede yapılan bu mabed, 27 Aralık 537 günü imparatorun hazır bulunduğu muhteşem bir törenle açılmıştı. Mabede girdiği zaman çok heyecanlanan imparator Justinyanus, haykırarak “Böyle bir eseri meydana getirmeye muvaffak olduğumdan dolayı Allah’ım sana şükürler olsun” demiş ve Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya gönderme yaparak “İşte Süleyman, seni yendim (!)” sözlerini ilâve etmişti. Daha sonraki asırlarda Ayasofya’da Katolik ve Ortodoks mezheplerinin birleştirilmesi için toplantılar düzenlenmiştir. Bu toplantılarda İstanbul patriğinin söylediği “Ayasofya kürsüsünde Müslüman sarığı görmek, kardinal külahı görmekten evlâdır” şeklindeki sözü meşhurdur.
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u imar ederken Ayasofya’ya büyük önem vermiş, pek çok ilim, sosyal yardım ve hayır kurumları arasında bu camiye büyük ve zengin kaynaklar vakfetmiştir. Fatih, vakfiyesinde vakıf şartlarına saygı göstermeyen, kanunu değiştiren, şartlarını bozan ve iptaline çalışanlar için de, Allah’ın en şiddetli azabına ve lânetine uğramasını dilemiştir.
Ayasofya, Bakanlar Kurulu kararı ile 24 Ekim 1934’te camilikten çıkarılıp müze yapılmıştır. Bu arada sebepsiz olarak camiye ait medrese yıktırıldığı gibi içeride bulunan ve camiye ait olan çeşitli eşya ile halılar ve levhalar da kaldırılmış ve dağıtılmıştır.
Ayasofya’ya atfedilen İslâmî ve mefkûrevî önem birçok tarihî zafer duâları ve dinî toplantıların orada yapılmasına sebep olmuştur. Ayasofya’yı, beş yüz sene devam eden kudsî vaziyetine çevirmek lâzımdır. Said Nursî, “İslâm dünyasını, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli” 1 yapılmasını ister. Bu maksatla Menderes’e mektuplar yazmıştır. Ayasofya cami olduğu süre içinde, Ramazan aylarında özellikle teravih namazında çok kalabalık bir cemaatin toplanmasına imkân verir ve padişahın da katıldığı Kadir geceleriyle bayram namazlarında muhteşem bir görünüş sergilerdi. Bediüzzaman, Ayasofya Camii’ndeki kalabalık cemaatleri örnek verir. 2
Derviş Vahdeti ve arkadaşları 5 Nisan 1909 tarihinde İstanbul’da İttihad-ı Muhammedi adlı bir cemiyet kurmuşlardı. Bu cemiyetin kuruluşu da, Ayasofya‘da okutturulan bir mevlidle ilân edildi. Bu mevlid dolayısıyla büyük merasimler yapıldı. Ayasofya Meydanı İstanbul’da o güne kadar görülmemiş bir kalabalıkla dalgalandı. Cemiyetin kuruluş töreninde Bediüzzaman da hazır bulunmuş ve “Ayasofya Camii’nde elli bin adama takdirle nutkunu dinlettir”mişti. 3 Bu nutkuna Bediüzzaman “Kabr-i kalpten hakaik çıplak çıktı. Namahrem olanlar nazar etmesin.” diye başlamış ve iki saat ayakta hitap etmişti. Devrin siyasî, içtimâî, dinî bütün konularına temas eden Bediüzzaman bu hitabesinde mebuslara: “Meşrûtiyeti, meşrûiyet unvanıyla telakki ve telkin ediniz. Ta yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdat, pis eliyle o mübareki garazlarına siper etmekle lekelemesin. Hürriyeti, şeriatın adabıyla kayıt altına alınız. Zira cahil insanlar ve halk kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur. Adalet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Ta ki namaz sahih ola.” demişti. 4
Bediüzzaman’ın talebelerinden Selahaddin Çelebi’nin hatıralarında, Üstad’ın: “Ayasofya, Hıristiyanlığın İslâmiyet’e devir ve tesliminin bir abidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette camiye çevrilecektir.” dediği nakledilir. 5
Ayasofya, tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de tartışmaların odağında olmuştur. Asırlarca mabed olan eser, günümüzde ne yazık ki hâlâ müze olarak kullanılmaktadır. Dünyada böyle bir uygulama acaba nerede var?

Dipnotlar:

1- Emirdağ Lâhikası, s. 396.
2- Mektubat, s. 402.
3- Şuâlar, s. 388.
4- Divan-ı Harb-i Örfi, s. 20.
5- N. Şahiner, Son Şahitler, c. 2, s. 110.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*