Ayetü’l-Kübra’ya dair

Câmia olarak Ayetü’l–Kübra Risâlesi’nin gündemimizde olması hasebiyle, bilvesile, biz de vaktiyle aynı esere dair yaptığımız hacimli bir çalışmanın kısacık bir hülâsasını takdim ediyoruz.

Külliyata dahil her bir eserin, kendi sahasında bir riyaseti, bir rüçhaniyeti var. Biri diğerine tercih edilmez. Belki, her bir risâle, mektup, mecmua, müdafaa veya lâhikanın, hassaten hangi derde devâ, hangi sıkıntıya çare, hangi suâle cevap, hangi yaraya merhem teşkil ettiği cihetini ayrıca düşünüp mütalâa etmek lâzım.

Meseleye bu cihetten baktığımızda, Hz. Üstad’ın “sıkıntıların izâlesi için” hususiyetle nazara verdiği ve “duâ makamında” daha bir sıklıkla okuyup okunmasını tavsiye ettiği eserlerden biri de makamı Yedinci Şuâ olan Âyetü’l–Kübrâ Risâlesi’dir.

Hz. Bediüzzaman, “Hizb–i Ekber–i Nuriye”yi okuduğunda, bütün sıkıntılarının izale olup yerini ferahlığa terk ettiğini, hatta usanç, yorgunluk ve uykusuzluğa dahi çare olduğunu iki yerde ifade ediyor.

Hele, Hz. İmam–ı Ali’nin (kv) senâsına mazhar olan Âyetü’l–Kübrâ hakkında ve bu risâledeki 33 basamaklı Hülâsatü’l–Hülâsaya dair öyle müjdeli işaret ve beşaretler var ki, onları görünce bu risâleyi tekrar be–tekrar okumak istersiniz. Celcelûtiye ki, vahye dayalı emsâlsiz bir duâdır. Hz. Peygamberin (asm) Hz. İmam–ı Ali’ye nazmettirip okuttuğu bu duânın bâpları, adeta Risâle–i Nur’un bir mânevî fihristesi gibidir.

İşte Âyetü’l–Kübrâ, ismen dahi bu eserin bâplarına dahil olup hususî senâsına mazhar olmuş bir “risâle–i harika”dır. (Mektubat, İşârât–ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz.)

 

Bu mânâya bir işaret kabilinden, mevzuyu Hz. Bediüzzaman’ın şu ifadeleriyle tezyin edelim: “Kur’ân hesâbıyla, Risâle–i Nur, bu karanlık asırda ehemmiyetli bir hâdisedir; ve mâdem sarâhat derecesinde, Risâle–i Nur Celcelûtiye’nin içine girmiş, en mühim yerinde yerleşmiş. …Ve mâdem, ehl-i dalâletlerin bütün mânevî sihirlerini ibtâl edebilen bir mâhiyette bulunan ve bir mânâda Âyetü’l–Kübrâ nâmını alan risâle–i hârikaya bakıyor.” (Age: 448)

 

Kastamonu’da gizlice ve çok ağır şartlar altında telif edilen Âyetü’l–Kübrâ Risâlesi, 1942 senesinde İstanbul’daki Bozkurt Matbaası’nda yine gizlice basıldı.

Aslı vahiy olan Celcelûtiye’de ismen tesmiye edilen ve birçok yönüyle harikulâde bir eser olan Âyetü’l–Kübrâ Risâlesi’nin o tarihte basılması ve ardından yaşanan gelişmeler hakkında yaptığımız geniş araştırmalar neticesinde, şu önemli hususları tesbit ettik:

* Âyetü’l–Kübrâ iç (forma) baskısı için Bozkurt Matbaası’nın sahibiyle gizlice anlaşan kahraman Tahirî, eserin kapak baskısını da parça–bölük bir “lastik kaşe” yaptırmak sûretiyle gerçekleştirir.

* Bir dizi zahmet ve meşakkatle, sonunda eserin ciltlenmesi tamamlanır. Kitaplar paketlenip Isparta’ya trenle gönderilmek üzere ambara verilir.

* Bu noktadan sonra inanılmaz bir gelişme yaşanır. Matbaanın sahibi olan Aziz Bozkurt, doğruca İstanbul emniyetine gider ve kitapları ihbar eder. Kendince “Zararın neresinden dönersem kârdır” mantığıyla hareket ederek, kitaplar henüz dağıtılmamış iken pişmanlık duyduğunu söyler. Aslında, istihbaratla anlaşmalı birisidir. (Not: Bu şahsın, 1966’da Yavuzselim Çukurbostan’ı civarındaki evinin bahçesinde bulunan dut ağacı dalında asılı, yani intihar etmiş olduğu tesbit edildi.)

* İhbar üzerine, emniyet alarma geçer. Kitap paketlerin hangi vagona konulduğu tesbit edilir ve yapılan baskınla kitaplara el konulur.

* Ardından, hukukî süreç başlatılır. Âyetü’l–Kübrâ Risâlesi, bilirkişilere (ehl–i vukuf) okutturulup incelettirilir. Bunların bir kısmı, sırf tenkit niyetiyle okumayı tercih eder.

* Sonra, sonrası için Üstad Bediüzzaman şunları söyler: “…Ben pek çok müteellim ve Nurlar’a gelen o zarardan dehşetli müteessir iken, bir inâyet–i İlâhiye imdadımıza yetişti. Tenkit fikriyle (okuyanlar) takdire başladılar. Hattâ Denizli’de, matbu Âyetü’l–Kübrâ’yı resmî ve gayr–ı resmî pek çok adamlar okudular, imânlarını kuvvetlendirdiler; hapis musîbetimizi hiçe indirdiler.” (Lem’âlar: 262)

* Âyetü’l–Kübrâ’yı resmen yasaklatamayan o devir hükümetinin reisleri, bu kez hiddete gelerek, Bediüzzaman ve 126 talebesini Denizli Hapishanesi’ne gönderdi. Asıl maksat, onları imha etmekti.

* İmha edilmek bir yana, o mezbahane gibi hapishane 3–4 ay zarfında dershaneye ve Medrese–i Yusufiye’ye döndü. Eli kanlı 350 mahkûm, cemaat halinde namaz kılmaya başladı.

* Öte yandan, Denizli Adliyesi’ne yapılan baskıdan da bir netice alamadılar. Âdil mahkeme heyeti, 15 Haziran 1944’te, Bediüzzaman ve talebeleri için ittifakla beraet kararı verdi.

* Âyetü’l–Kübrâ’nın fütûhatı, ondan sonra da devam etti.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*