Azerbaycan… Can Azerbaycan

Büyük özlem ve tahassürlere rağmen, yıllardır gelen dâvetleri değerlendirememiştik.

Komünizmin yetmiş senelik tahribatının yaşanmakta olduğu bu kardeş ülkeyi, havalar düzelip tahribat az da olsa tamir olduktan sonra görmek istiyordum. Neredeyse çeyrek asır olacak Sovyetler dağılalı… İlk yıllardaki Türkiye sivil toplumunun Azerbaycan ilgisini yakından takip ediyorduk. Sovyetler’den ayrılışın faturası Azarbaycan’a ağır kesilmiş, 1990’da epeyce şehit vermişlerdi… Ve sonra da Karabağ vesilesiyle çekilen ıztıraplar… Gence ile birlikte üzülmüş, Hazar’dan esen fırtına ile Bakü’de kırılan nihallere birlikte ağlamıştık.

Türk dünyasında (İstanbul hariç) san’at ve edebiyatın özümüzce en ileri olduğu diyar olarak kabul ediyoruz Azerbaycan’ı… Bazı Rusça kelimelere rağmen Türkçesi hâlâ tatlı, anlaşılır ve halis… Bizdeki gibi Avrupa’dan teknoloji balyaları içinde gelmiş bir sürü anlamsız yabancı kelimeyle boğuşmuyor Azerîler… Bazen muhatabınızı dinlerken musıkî hissesine kapılıyorsunuz. Tabir ve deyimleri bizden farklı kullandıklarında; bazen tebessümle, bazen kahkaha ile gülüyorsunuz.

Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın ortak dâvetiyle ilk Türk Diasporası Konferansına iştirak için AZAL Havayollarıyla Karadeniz’i bir baştan bir başa geçişimizin üç saate yakın zaman alacağını bilmiyorduk. İstanbul Marmara’dan Hazar’a… Bize çok yakın bildiğimiz Azerbaycan meğer uzakmış… Gürcistan ve Ermenistan’dan sonra Azerbaycan Hazar’ın Batı sahillerine serpilmiş. Bakü ve çevresini yukarıdan seyretmek güzeldi. En fazla iki katlı bahçeli evlerin arasındaki ağaçlar, oldukça tatlı bir manzara arz ediyordu. Bakü çevresi Bakü’den daha masum görünüyordu yukardan… İstanbul’un dünyevîleşme virüsü ile yakalandığı betonlaşma hortlaklı gökdelen hastalığına, maalesef Bakü de yakalanmış. Çok ince bir tabakayı teşkil eden burjuvanın başlattığı çok katlı bina yapılaşması, AKP İstanbul’unun kardeş Bakü’ye çok kötü örnek olduğunu gösteriyordu. Azerîler Sovyetler döneminde komünistlerce yapılan yüksek binalara tepkili oldukları halde, dışarıdan gelmiş bankalar ve milletin servetini ellerinde tutan burjuva, halka rağmen Bakü ve çevresini gökdelenlerle doldurma yarışına girmiş Azerbaycan’da. Türk inşaat devlerinin Türkmenistan gibi diğer Türkî ülkelere de dadandığını medyada okuyunca, Aşkabat, Bişkek, Taşkent ve Astana gibi merkezlerin de betonlaşma felâketine maruz kaldıklarını ister istemez anlıyorsunuz… Modernite… Sonradan görmelik… Batı hayranlığı… Özünden utanma ve köklerinden kaçma… Yani kompleksler hastalığı…

Azerbaycan hem İran’a ve hem de Türkiye’ye özenmiş. Belki daha çok Türkiye’ye… Bakü Havalimanından şehrin kalbine uzanan geniş yola Haydar Aliyev ismini vermişler. Eski Sovyetler’den kalan refleksle bu şehre gelenlerin arka sokakları görmemeleri için yolun her iki yanı duvar veya setlerle kapatılmış. Arka sokaklarla şehir merkezi arasındaki dehşetli farkın yabancı gözlerce teşhis edilmemesi için büyük masraflar yapılmış. Yol güzergâhlarında Haydar Aliyev posterleri… Ve bizi program gereği Haydar Aliyev’in mezarına götürmeleri de, Azerbaycan’ın maalesef daha çok Kemalist Türkiye’yi takip ettiğini gösteriyor.

Azerbaycan, Türk Diasporası için büyük fedakârlık yapmış. Beşyüzün üzerindeki misafirin bilet masraflarını, lüks otellerdeki misafirliklerini ve saraylarında ağırlanmalarını karşılamış. Avustralya, Kanada ve Amerika’dan diğer uzak ülkelere kadar dağılmış Diaspora temsilcileri bu kongre münasebetiyle ilk olarak bir araya geldiler, tanıştılar ve karşılıklı bilgilendiler Bakü’de… İşin tatlı ciheti, Diaspora delegelerinin çoğunun Türkiye Türkçesini bilmesiydi… Birkaç Kazak, Uygur ve Kırgız haricindekiler anlaşabiliyorlardı toplantıda… Kur’ân’ın zamanımızdaki en muhteşem tefsiri olan Risale-i Nur’un dilinin Türkçe olduğunu kongrede pratize etmek üzere gazetemizin hediye ettiği risaleleri gümrükten geçiremeyince, maksadımızı ancak birebir görüşmelerle gerçekleştirmeye çalıştık. Gerçi dönüşte gümrükten kurtardığımız kitapların bir kısmını delegasyona, diğerlerini havaalanında çalışan Azerîlere dağıtarak niyetimizi kısmen de olsa realize etmeye çalıştık. Risale-i Nur’un dilini çok lâtif ve anlaşılır bulan Azerî gençlerle sohbet ederken “Risale-i Nur’u anlaşılır kılmak” projesinin asıl maksadını bir daha düşünme ihtiyacı hissettim. Risale dilinin Türkî dünyasının ortak dili olduğuna ve olacağına olan inancımız bu kongrede daha da kuvvetlendi…

Azerîlerin tatlı, yumuşak ve şiirî konuşmalarını dinlerken; Genceli Nizamî’den Fuzulî’ye, Abdulkadir Merağî’den Kazancı Bedih’e yüzlerce tedainin akınına uğradık. Ve kültürel mânâda Azerbaycan’la yeterince alâkadar olamadığımıza teessüf ettik.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*