Azimet ve Ruhsat-ı Mutlaka

alt

Ruhsat-ı Mutlaka, deyimini açıklamadan önce ruhsat nedir, mutlak ruhsat nasıl olur, ruhsatın karşısındaki kelime olan Azimet ne demektir, azimetli nasıl davranılır? Bunların açığa kavuşturulması gerekir diye düşünüyorum.

Sözlük manası olarak, Azimet; azim masdarından olup, kat’i olarak verilmiş bir karar ile bir hususun icrasına başlamaktır. İslâmi ıstılâhta: “Allahû Teâla (cc) tarafından vaki olan bir teklifi, hiçbir özür ileri sürmeksizin, usûl ve kaidesine göre, tam ve mükemmel şekilde eda etmektir.

Ruhsat ise, izin verme, müsaade etme anlamına gelir. Kulların şer’i özürleri neticesinde, tam ve mükemmel olarak eda edemediği teklifleri, Allahû Teâla (cc)’nın nazarı müsamaha ile görmesi dolayısıyla insanların fiillerine tatbik edilmesi gereken hükümlere verilen isimdir.

Tariflerden de anlaşılacağı üzere; Allahû Teâla (cc)’nın tekliflerini, usûl ve kaidesine göre edâ etmek azimettir. Ancak, insanın semavi veya sonradan olan bir arızası sebebiyle “Azimet’le” amel edemediğinde, ruhsat ile amel gündeme girer.

Yirmi Dokuzuncu Lem’a’nın Tercümesi, Allahu ekber’in mertebelerine dair olan üçüncü bab’ın birinci mertebe’sinde;”..şimdi O’nun eserlerine toplu bir halde bak: Nasıl gün gibi âşikâr bir şekilde, bir sehâvet-i mutlaka ile beraber bir intizam-ı mutlak göreceksin. Onu dahi sür’at-i mutlaka ile beraber mutlak bir ittizan içinde göreceksin. Onu dahi bir itkan-ı mutlakla beraber suhulet-i mutlaka içinde göreceksin. Onu dahi mutlak bir hüsn-ü san’atla beraber vüs’at-i mutlaka içinde göreceksin. Onu dahi bu’d-i mutlakla beraber ittifak-ı mutlak içinde bulacaksın. Onu dahi ihtilât-ı mutlak ile beraber imtiyaz-ı mutlak içinde göreceksin. Onu dahi, gayet kıymettarlıkla beraber mebzuliyet ve ruhsat-ı mutlaka ile hadsiz mahlûkatın istifadesine arz edilmiş bir şekilde bulacaksın.” denilmektedir.

Öncelikle, ‘ruhsat-ı mutlaka’ ne anlama geldiği değil, alıntıladığım bu uzun cümlenin ne demek istediğini anlamaya çalışalım.

Allah’ın yarattığı varlıklara baktığımızda, sonsuz bir cömertlik içinde yaratıldıkları ve bu sonsuz cömertliğin yanında da sonsuz bir intizam içinde yaratıldıkları görülüyor. Bütün bu intizam içinde yaratılmanın sonsuz bir hız ve/veya çabukluk ve aynı zamanda ölçülü(vezinli) bir şekilde olduğu da görülüyor. Yaratılıştaki harikalıklar bununla da bitmiyor, bunlarla beraber sonsuz sağlamlıkta ve kolaylıkla yaratılıyorlar. Bu kadar cömertlikle, intizamla, çabuk, intizamlı, ölçülü, sağlam ve kolaylıkla yaratılan varlıklar, aynı zamanda sonsuz sanatlı bir biçimde yaratıldığı gibi bu yaratılışlar her yeri, bütün varlıkları kapsamaktadır. Aynı zamanda; aynı cins varlıkların birbirlerinden uzakta bulunmaları, aynı özellikte yaratılmalarına mani de olmuyor. Yani, birbirlerinden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar aynı cins varlıklar aynı özellikte, aynı güzellikte, aynı bollukta v.s. yaratılıyorlar. Bütün bu yaratılmalara baktığımızda, sanki sonsuz bir karışıklık içinde oldukları ama buna rağmen hiçbir özelliği atlanılmadan sonsuz bir imtiyazla, ayrımcılıkla yaratılıyorlar. Yaratıkların hepsinin bir elden yaratılmalarından (Allah) dolayı kazandıkları değerlerinin, kıymetlerinin yüksek olmalarıyla beraber, gerektiği kadar da bol yaratılmaktadırlar. Fakat bütün bu bol, yaygın, sanatlı bir şekilde yaratılıp biz insanların istifadesine sunulmuş olan varlıklar özellikle nimet olanlar, bir ruhsat dâhilinde, özellikle sonsuz bir ruhsat, serbestlik içinde, dâhilinde kullanmamıza izin verilmiş şekilde gözükmekteler.

Mutlak(sonsuz) ruhsatı, hiçbir şartla, kaideyle sınırlandırılmamış izin diye anlayabiliriz. Adeta istediğimiz her şeyi yapmak, yapabilmek için Allah’ın bize izin vermesi gibi de anlayabilir ve ona göre davranırsak nasıl bir durum olur, acaba?

Ayrıca, biz insanlara gerçekten de bu izin verilmiş midir?  İnsan davranışlarında sonsuz biçimde hür müdür, acaba?

Hayatımıza ve sosyal ilişkilere baktığımızda, sanki Allah, hiçbir insanın yapmak istediği herhangi bir şeyde onun yapılmamasına karşı bir fiziki veya daha farklı bir engel çıkarmadığı görülüyor.

Böyle bakıldığında sanki biz insanlara her türlü davranışımız için sınırsız bir izin verilmiş gibidir.

Peki, fiziksel veya farklı bir engelle karşılaşmadığımıza göre nasıl davranmalıyız? Sonsuz bir izin almışçasına istediğimiz şekilde, nefsimizin istediği, her şeyi yapsak ne olur? Mesul(!) olur muyuz?

Bu durumda elbette hemen insan olarak bulunduğumuz dairelerdeki(ilgi ve etki daireleri) sonuçlara ve etkilerine bakmalıyız.

Bir işi, hareketi istediğimiz şekilde, yaptığımızda sırasıyla; kendimizdeki, ailemizdeki, mahallemizdeki, şehrimizdeki, ülkemizdeki, dünyadaki, diğer insanlardaki sonuçları etkileri nasıl olacak. Bu etkilenen daireler ve kişilerin bizlere tepkileri nasıl olacak, bu tepkilerine karşı bizim karşı davranışlarımız ve tepkilerimiz nasıl olacak?

Allah (ve insanlar -hükümetler, kuruluşlar- v.s.) insana davranışlarını sevk ve idare etme gücü vermiştir. Ama bu davranış ve hareketlerini yaparken sonuçlara yönelik bazı ilkeler, kurallar ve yaptırımlar belirlemiştir. İnsanlar hareketlerinde hür olmalarına karşın, bunları belli bir amaç ve gaye doğrultusunda (İslâmi kurallar, şer’i kurallar, örfi ve hükmi kurallar vs) kullanmadıklarında sonuçlarına, cezalara, mükâfatlara da katlanmalıdırlar.

Demek, insan, sonsuz bir serbestlikle Allah’ın yarattığı her varlığı, her eseri kullanabilir. Ama gerek insanların gerekse Allah’ın koymuş olduğu kurallar-kırmızıçizgiler- çiğnenmemek şartıyla.

Ruhsat var, fakat kural da, yaptırım da var. O halde bizler azimetle işlerimizi görürken bazı zamanlarda sonuçlarını ve etkilerini de düşünerek ruhsata başvurabiliriz.

Mutlak ruhsatı, tamamen serbest bir biçimde değil her şeyde olduğu gibi burada da ölçülü olmak şartıyla.

Yapmaya kabiliyetimiz var fakat sonuçlarına katlanmaya dayanma gücümüz olmayabilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*