EURONUR ÖZEL

Azların Çokluğunu Bilemeyenlerde Nuh Kavmi

Özel Makale / Nuh

“Gençlik ve tarihten günümüze dersler” serimizde Hz. Nuh (a.s)’ın hayatına bir göz atacağız. Ancak bu yolculuğa başlamadan önce Hazreti Ömer’in yaşadığı önemli bir hadiseyi hatırlatmak istiyoruz.

Hz. Ömer’den Çarpıcı Bir Dua Örneği

Hz. Ömer, mescidin yakınından geçerken orada bulunanlar, içeride birinin çok farklı bir dua ile Allah’a yakardığından bahsederler. Müslümanların halifesi, adamın yanına gider, sözlerine kulak verir. “Ya Rabbi beni azlardan eyle.” diye ısrarla dua ettiğine şahit olur. Hemen müdahale ederek, “Böyle dua olur mu? Bu nasıl bir dua?” diye sorar. O kişi de, “Ya Ömer! Duydum ki Allah-u Teâlâ ‘Kullarımdan şükredenler azdır.’ buyurmuş. Ben Allah’ın beni işte o azlardan kılmasını istiyorum.” diye cevap verir. Bunun üzerine Ömer (r.a), “Herkes Ömer’den daha bilgili.” diyerek duasına kendisini de katmasını ister.

“Azların çokluğu” sırrını göremeyip aldanan niceleri vardır ki; tarih sahnelerinde bize ibretler aktarmaya devam ediyorlar. Nuh (a.s)’ın dört oğlundan biri olan Ken’an’ın çoklara aldanıp, peygamber olan babasını dinlememesi ve helak olması, incelenmesi gereken bir Kur’anî kıssa olarak bu asra bakıyor. Hz. Âdem, Hz. Şit ve Hz. İdris’ten sonra insanlar, onların peşinden giden salihlere pek çok hayranlık besledikleri için putlarını yapmaya başlamışlardı. Salihlerin yaşadıkları yerlerden aldıkları taşlardan heykellerini yapıp, nasihatleriyle birleştirerek tazimde bulunuyor, heykelleri satışa da sunuyorlardı.

Hazret-i Nuh ve ailesi Hicaz’da bunlardan uzakça bir mevkide, tevhid inancına bağlı bir hayat sürerken, insanlar şirkte ileri gitmişler, gitgide azıtmışlardı. Kendisine peygamberlik vazifesi kırk yaşında geldiğinde, çevresine ve ailesine “vazifeli” olduğunu anlatan Hazret-i Nuh, o bilindik inkâr ve tepkilerle karşılaştı. Allah’ın bu iş için niye bir melek veya çok zengin birini seçmediğini söyleyip, yalancılıkla suçladılar. Daha büyük bir gayretle kutsal taşları ve putları yontarak satışını hızlandırdılar. Kendisi Ulü’l Azm beş peygamberden biri olan Hazret-i Nuh’un ismi bu olmadığı halde (asıl adı Abdülgaffar), manası “üzülen, ağlayan” olan Nuh lakabı ile anılmaya başlanmıştı.

Hz. Nuh’un 950 Yıllık Tebliğ Mücadelesi

Evet, üzülüyordu. Çünkü Kur’an’ın “binden elli eksik” olarak ifade ettiği ömrünün 950 yıllık müddetinde tevhid, tebliğ, şirkten men etme, doğru inanç ve ibadeti anlatma ile gece ve gündüzünü geçirdiği halde ona inananlar 60-70 kişiden fazla olmamıştı. Üstelik en yakını olan eşi Valiye, “mecnun” diye adını çıkarmış, sırlarını ifşa etmiş, cinlerden ders almış olabileceğini söylemiş, alaya alınmasına vesile olmuştu. Büyük oğlu ise, “Sen doğru olsaydın çoğunluk sana uyardı.” diyerek babasından uzak duruyordu. Şirk derelerinde yüzenlerle beraber olup babasıyla pazarlık yapıyordu: “Etrafında yalnız toplumun en aşağı kesimi duruyor. Onları kovarsan seni dinleriz.”

Hz. Nuh 950 yıllık gönül yorgunluğunu Rabbine şöyle ifade etmişti: “Rabbim doğrusu ben mağluplardan oldum, bana yardım et!” (Kamer, 10) Evet, ona bu sözü söyleten belki de “ağyarın pervasızlığı” değil, “dostun vefasızlığıydı.” Yakın körlüğü, bütün peygamberlerin imtihanı olmuştur. Bu husus İşaratü’l-icaz‘da anlatılırken, Rabbisinin Hz. Nuh’a, bu noktadan sonra ona teselli için “Artık anlatsan da, bir anlatmasan da” hitabıyla muhatap olduğunu ifade ediyor. Bundan sonra artık, tövbe kapıları kapanmamakla birlikte, “Hidayetin Sahibi” tarafından takdir edilen bir “kifayet-i tebliğ” hududuna gelindiğini, küfürlerinin zahir olduğunu, İlahî cânipten teşbih yerindeyse kalemlerinin kırıldığını görüyoruz.

İşte bu safhada Hz. Nuh Rabbine dönerek yalvarıyor: “Ya Rabb! Artık bunlardan yeryüzünde gezip tozan hiç kimseyi bırakma, kahreyle. Bırakacak olursan onlar senin kullarını yoldan çıkarırlar ve ancak kendileri gibi ahlaksız ve günahkâr azılı kâfir nesiller yetiştirirler. Rabbim! Beni, anne-babamı, mümin olarak evime girenleri, mümin erkekle mümin kadınları bağışla! Zalimlerin ise helâkini artır, kökünü kurut!” (Nuh, 26-28) Cenab-ı Hak bu duaya karşılık Hz. Nuh’a bir gemi yapmasını söylüyor. Daha sonraları gemicilerin piri olacak olan Hz. Nuh, ilhama mazhar, muazzam büyüklükte gemisini böylece hazırlamaya başlıyor. Geminin yapılış aşamalarını uzaktan takip eden oğul Ken’an, alay etmeye devam eden çoğunlukla beraber, “Önce peygamberdi, şimdi dülger oldu, sonra kaptan olacak, su olmadığına göre karada gemi yüzdürecek.” diyerek itibarsızlaştırma ve sataşmaya devam ediyorlardı. Hz. Nuh ise musibet olarak verilen yağmursuzluk ve kıtlığın sonunda büyük bir tufanın kavmini beklediğini söylüyor, işine hızla devam ediyordu.

Gemi yapımında Nuh’a inanan yetmiş mü’min beraber çalıştılar. Kendi yetiştirdikleri ağaçları, vernikleyerek kullandılar. Ayette, “Bizim gözetimimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap” denilmesi, geminin insan eseri değil, mucize eseri olduğunu gösteriyor. Sefine-i Nuh tamamlandıktan sonra Rabbimiz gemiye her ihtiyacı olan canlıdan, birer çift ve ailesinden inananlar ve müminlerle birlikte gemiye binmesini vaktin geldiğini bildirince Hz. Nuh Rabbinden soyunu kurtarmasını talep ediyor. Allah buyuruyor ki, “Ey Nuh, o senin ailenden değildir, zira onun yaptığı doğru olmayan bir iştir. Öyleyse hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman için seni sakındırıyorum.” (Hud, 45) Hazret-i Nuh bu cevap üzerine Rabbine sığındı. Zaten oğlu da babasına, “Beni merak etme, gerekirse ben şu yüksek dağa çıkar, kendimi korurum.” diyordu. Ayette, yerden suyun adeta fışkırırcasına çıkmasına “tennur feveran etti.” olarak ifade ediliyor. Tennur yani ocak, fırın. Gökten inen sular ise yer ile yarışırcasına dökülüyordu.

Nuh Tufanı ve Günümüze Mesajlar

Allah’ın emri karşısında âsi gelip, birlik olarak ittifak eden çoğunluk, sulara gark olmuştu. Kırk gün devam eden tufan esnasında Hz. Nuh ile beraber bütün hayvanlar ve insanlar haşyet içinde duaya durmuşlardı. Muharremin 10. günü hayvanlar dâhil hep beraber oruç tutarak Allah’a sığındılar ve gemide kalan son yiyeceklerle iftara “Aşure çorbası” pişirdiler. Akşama doğru gemi emniyetle Cudi Dağı’nın zirvesine oturmuştu. “Yer suyunu yutma, gök suyunu tutma” emri almıştı. Tennur sakinleşti. Yolcular gemiden inip Rablerinin bereketiyle yeryüzüne dağılıp, sahil-i selamete eriştiler. Lütf u Rabbaniyi müşahede ederek dünya sahrasına yayıldılar. Müminler çoğaldı. Hz. Nuh 350 yıl daha peygamber olarak vazifesine şevkle devam etti. Bununla beraber ölmek üzere iken hayatını “birinden girilip ötekinden çıkılan iki kapılı bir hana” benzetmişti.

Haftaya bu handa bir defa daha soluklanacağız inşallah.

Benzer konuda makaleler:

Nuray Bulut

Eğitimci / Araştırmacı Yazar

Bir Yorum

  1. Bu acip ve garip hikayenin devamını bekliyoruz.
    Zira azların çokluğu paradoksunu önemsiyorum.

    1
    0

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu