Babalar emanetçidir…

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Mektubat adlı eserde, “Kâinattaki mütemadiyen şu hayretengiz faaliyetin sırrı ve hikmeti nedir?

Neden şu durmayanlar durmuyor, daima dönüp tazeleniyorlar?”şeklindeki soruya verilen geniş cevabın bir yerinde, kâinatta süregelen müthiş değişim ve dönüşümün odak noktasında bulunan tazelenip ve yenilenme sırrının ördüğü daimî faaliyetin, Allah’ın zatına lâyık bir tarzda mukaddes bir şefkat ve muhabbetten ileri geldiği belirtilir. Bu iki kavramın da mukaddes bir şevki ortaya çıkardığı ifade edilir ki, mukaddes şevkin mukaddes bir mutluluğu sonuç verdiği ve bunun da mukaddes bir lezzeti doğurduğu vurgulanır. Böylece bütün bunların bileşkesinin mukaddes bir iftihar ve memnuniyet olduğu söylenir.

Bütün bu zincirleme ifadeler o kadar etkileyici ki, bir anda her şeye farklı bakma zorunluluğu doğuyor. Zira yaratılışın farkına vardıkça insan, yaratılmışlığın farkındalığıyla adımlarını atıyor hayat yolunda. Söz gelimi, “Hayat bir faaliyet ve harekettir, şevk ise matiyyesidir” ifadelerinin cisim cisim anbean gözlerinin önünde hakikate büründüğünü gözlemleyebiliyor. Düşünün bir kere… Bulutların heybetli yürüyüşü, güneşin doğuşu ve batışı, dağların birer kazık gibi duruşu, çiçeklerin güzel kokuları, kuşların cıvıltıları, denizlerin dalgaları ve daha nice yaratılış mucizeleri mukaddes şefkat, muhabbet, şevk, mutluluk, lezzet, iftihar ve memnuniyeti âdeta gökkuşağının yedi rengi gibi nazlı nazlı arz-ı endam ederken gözlerinin önünde ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” nidâsının ezeli yankısını fısıldarken kulağına insanın, kalp kapakçıklarından “Evet, evet…” diye haykırası geliyor vicdan aynasının…

Hele ki, en büyük mucizelerinden birisi olan insanın dünyaya gelişi… İşte bu durum şefkat ve muhabbet silsilesinden başlayarak sarıp sarmalar insanı… “(Ey insanlar!) Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? İşte o suyu, belli bir zamana kadar sağlam bir yere yerleştirdik. Biz bunu böyle takdir edip kararlaştırdık. Ne güzel takdir ederiz Biz!’ (Mürselât, 20-23)” âyetlerine şâhit olmak  ve böylece şefkat, muhabbet, mutluluk, lezzet, iftihar ve memnuniyet hislerinin aynası olduğunu fark etmek ne büyük saadet bir insan için! “Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu emin ve sağlam bir karargâhta (rahimde) nutfe hâline getirdik. Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et hâline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan hâline getirdik. Şimdi bak da Allah’ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün.’ (Müminûn, 12-14)” âyetlerinin mucizesinin tınılarını yeni doğmuş bir bebeğin ağlayışında keşfetmek, belki de “Oku, yaratan Rabbinin adıyla oku! (Alak, 1)” emrinin mertebelerinden bir mertebesini kavramaktır.

Evet, bugünlerde işim bu kavramları düşünmekle geçiyor. Daimî bir değişim ve dönüşümün verdiği hayret duygusunun kanatlarında ikinci kez baba olmanın ve dahi bir mucizeye yeniden şâhit olmanın verdiği şükür makamındayım. Bana bahşedilen “ene” denilen benliğimle, daha önce olduğu gibi; ama bu kez farklı bir pencereden, yine, yeni ve yeniden “Âlemlerin Rabbine Hamdolsun” diyor dilim… Zira yaratılışın nâdide emanetçisi olmak ve Rab tarafından verilen emaneti selamet sâhiline götürmekle yükümlü olan bir babanın vicdanı başka türlü düşünemez. Çünkü mucizeye şâhitliğin bir sorumluluğu vardır. Ve baba olmak bir emanetçi hassasiyetiylebiraz da nâzik, nâzenin ve nâzdar bir misafiri ebed yolculuğunda yürütebilmenin yükümlülüğünü taşıyabilmektir…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*