Babam ders arkadaşım oldu!

Evlâdı vesilesi ile Nurlarla tanışmış pek çok babalar var. Ne mutlu böyle evlâtlara! Ne mutlu evlâdının sohbete dâvetine icabet eden babalara!

Ne mutlu şirket-i maneviyede baba-oğul hissedar olanlara!
Hayırlı evlât ve hayırlı baba kavramları böyle tablolar için geçerli sanırım.
Benim de, ne zaman babam ve annemle birkaç günüm geçse, o zaman dilimleri gönlümde derin izler oluşturuyor.  
Her hayırlı evlât gibi ben de anne babamı çok seviyorum.
Onlar, dünyaya gelme vesilelerimiz.
Onlar, hayatı sevme vesilelerimiz.
Onlar, Allah’ı tanıma vesilelerimiz.
Onlar, ilk öğretmenlerimiz.
Onlar kanımızda, canımızda, gönlümüzde her varolan birazcık hep onlar olduğumuz Rabbimizin vediaları.

Geçen haftaki yazımızdan sonra, öyle tatlı telefonlar, öyle güzel mesajlar geldi ki, anne babalarına düşkün ne kadar hayırlı evlâtların varolduğunu bir kez daha öğrendim.

Yazarımız Süleyman Kösmene Ağabeyimizin yazılar konusundaki hassasiyeti daha bir belirgin. Ne zaman, içinde Toros hatıraları olan bir yazı kaleme alınır, Süleyman Hocam hemen mesajı gönderir. Daha önceki zamanlarda, ‘Annemin elinden patatesli bulgur pilavı’ yazısında da hemen mesaj düşmüştü. Zannediyorum hatıraların ortak tarafları bu mesajları beraberinde getiriyor.

Süleyman Hocam, son yazımıza da, “Yazınızı özlemle okudum. Allah, o Rahman’ın vedîaları olan annenize ve babanıza sıhhat, âfiyet ve uzun ömür versin” mesajını iletti. Ne güzel bir hassasiyet!

Bu konularda hassasiyeti ve nezaketi olan, kendi içinde olduğu durumu gösteriyor demektir. Yani duâ eden, önce bu ettiği duâdan kendisi olumlu etkilenir, elbette sonra da duâsına mukabele gelir.

Yine Risale-i Nur Enstitüsü bünyesinde bulunan Yusuf Sabri Şimşek kardeşimizin, “Bugün Yeni Asya Gazetesi’nde yayınlanan yazınızı tebrik ile kaleminizin hizmette kuvvet kazanmaya devam etmesine ve muvaffakiyetinize duâcıyız. Hassaten bu garip asırda ziyade incinen anne ve baba hakkının gençlere böyle zevkli bir üslûpla ilka edilmesi çok önemlidir. Duâlarda buluşmak üzere” cümleleri de, anne babaya olan yaklaşım biçimimizin dinin ‘öf’ bile demeyiniz hassasiyetine ne çok ihtiyacımız olduğunun bir göstergesi.

Yine mail ortamında ise, Yasin Yıldırım kardeşim yazımızın alt notlarında, “Aziz kardeşim, ivazsız olarak kendi hayat-ı istirahatını evlâdının istirahatine feda eden pek muhterem anne ve babanızı 10 Haziran 2012 Pazar günü liseli kardeşlerle Bozyazı’da yaptığımız okuma programı günlerinde kahraman Arif Kır Ağabeyimiz ve Tekeli’den de katılan kardeşlerle ziyaret etme şerefine nail olduk. Gerçekten o gün yaşanılır, anlatılmaz kabilinden olarak mazide en tatlı bir hatıra olarak kaldı. Patatesli bulgur pilavını biz de kendi ellerimizle yapıp, afiyetle yiyen bahtiyarlardanız.”
***
Benim bu yazımda gündeme getirmek istediğim şey ise, babamla yanımızda olduğu zaman dilimleri içerisinde haftanın belli günlerindeki Nur derslerine iştirak etmemiz ve o derslere gidip gelirken ki aramızda geçen konuşmalarımızdan bazı kesitler.

Şunu çok rahat söyleyebilirim ki, babamla üç-beş kez gerek merkezdeki Nur sohbetine ve gerekse semtteki ve sitemizdeki Nur sohbetlerimize iştirak ettik. Bu derslere bizi çeken şey, Bediüzzaman Hazretlerinin, Nur derslerine bir kez bile olsa katılanların kendisinin duâsı dahilinde olacağı müjdesi idi. Nitekim bir insanın en yakını olan annesinin, babasının böyle bir duâ hazinesinden mahrum bırakılması elbette bir evlâda yakışmaz.

Özellikle derslere katılmayı, benim dâvetim ve babamın da özellikle kendisinin istemesi oldukça güzeldi. Tabiî aynı tatlı hatıraları eşimle birlikte annemin de yaşaması, annemin nasıl bir hayat tarzı içerisinde olduğumuza dönük bir kanaat edinmesi oldukça faydalı oldu. Çünkü annem ne zaman telefonlaşsak, ‘Oğlum akşamları dışarılara çıkma!’ ikazı yapardı. Oysa bizim de hayat, bu anlamda akşamları başlardı. Kendisinin seçkin bir insan topluluğunun içinde yaşıyor olduğumuzu bizzat görmesi, akşam dışarı çıkma konusundaki endişelerini kısmen dahi olsa gidermiş oldu.

Özellikle babamla gittiğimiz bir umumî Nur sohbetinden sonra, babamın 90’lı yaşlarına göre kendi kendime, ‘Babamı buralara getirip götürmekle acaba rahatsız mı ediyorum?’ endişesi yaşıyordum. Ama bir sohbetten dönerken, ‘Oğlum, ne iyi ettin de beni buraya getirdin, burada adeta nefes aldım. Rahatladım. Allah senden razı olsun’ demesi, bana tarifi imkânsız bir haz yaşattı.

Anladım ki, ne yapıp edip, bu Nur sohbetleriyle mümkünse anne babamızı, yakın akrabalarımızı, komşularımızı, iş arkadaşlarımızı haberdar etmek ve onları ciddî dâvet etmek omuzumuzda bir sorumluluk olsa gerek.

Bir insan, yaşı, şartları ne olursa olsun, ancak böyle Nur sohbetlerinde rahat bir nefes alabilir ve ruhen teneffüs eder.

Tabiî bir de, bir şahs-ı mânevînin içinde yer almak, onların duâlarına nail olmak, onların sevaplarına hissedar olmak ne büyük bir mazhariyet.

Lütfen çevrenizde Nurlarla tanışmamış olan anne, baba, kardeş, abla; kaynana, kayınpeder, kayın birader, baldız, damat, ya da diğer akrabalar; komşular, iş arkadaşları varsa lütfen derslerle onları tanıştırın.

Yoksa geç tanıştırırsanız veya tanıştırmazsanız, mahşer gününde yakanıza yapışırlar alimallah.

Daha çocuğuna Nurları anlatmamış, babasını bir Nur dersine getirmemiş, oturup komşusu ile bir iman muhabbeti yapamamış bir iman ve Kur’ân Talebesi, paçayı kurtardım diye düşünmesin. Çünkü İslâmiyet, başkası için çalışanları, başkalarına daha çok faydası dokunanları, kendisi için çalışanlardan daha makbul tutuyor.

Evet, bu asırda insanların bu sohbetlere ekmek kadar, su kadar ihtiyaçları var. Her halde bizlere düşen de, bu Kur’ân hazineleriyle tanışmış nasipliler olarak, gündemimizin ilk maddesinde, ‘Daha kimlere bu hakikatleri ulaştırabilirim?’ heyecanının hiç kaybolmaması ve her geçen gün artmasıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*