Babanzâde Ahmed Naim (1872-1934)

Osmanlının son ve çalkantılı döneminde yaşamış, önemli fikir adamlarımızdan olup, aynı zamanda müderris ve mütercim olarak hizmet görmüştür. Süleymaniye kökenli Babanlar veya Babanzâdeler olarak bilinen aileye mensuptur. Babanzâde Ahmet Naim olarak tanınıp meşhur olmuştur. II. Meşrutiyet döneminde had safhaya ulaşan fikri mücadelelere katılmış, neşir yoluyla İslam’a hizmet etmeye çalışmıştır.

Ömrü boyunca çok sağlam bir karakter örneği sergilemiş ve samimi bir dindar olarak tanınmıştır. Vefatı da namazda ve secdede bulunduğu sırada vuku bulmuştur. Birkaç dil bilen, Doğu ve Batı kültürüne aşina, önemli bir ilmi birikime sahip olmasına rağmen hiçbir zaman kibirlenmemiş ve mütevazı kişiliğini hep muhafaza etmiştir.

Mehmet Akif, Ömer Ferit Kam, İ. Hakkı İzmirli gibi ünlü simaların katıldığı ve sık sık toplanan fikir meclislerinde Bediüzzaman’ın sohbet arkadaşları arasında yer almıştır. Risale-i Nur’da ismi, söz konusu sohbetlere katılıp Bediüzzaman’la “tatlı tatlı” müzakerelerde bulunan Naim’ler olarak geçmektedir.

Ahmed Naim, Babanzâde Mustafa Zihni Paşa’nın oğlu olarak 1872 yılında Bağdat’ta doğdu. İlk eğitimini burada gördü. Bağdat Rüştiyesini bitirdikten sonra İstanbul’a gelerek Galatasaray Sultanisi’nde (Lisesi) okumaya başladı. Bu okuldan sonra Mülkiye Mektebine devam etti. İlk memuriyetine Hariciye Nezareti Türcüme Odasında başladı. Daha sonra 1911 yılında Eğitim Bakanlığı Yüksek Eğitim Müdürlüğünde çalışmalarını sürdürdü.

1912-1914 yılları arasında Galatasaray Lisesinde ders vermeye başlayan Ahmed Naim, burada Arapça derslerini okuttu. Bir süre Eğitim Bakanlığı Telif ve Tercüme Odası üyeliğinde de bulundu. Tercüme Dairesi bünyesinde kurulan Istılahat-ı İlmiye Encümeni çalışmalarında bulundu. Bu kurum tarafından hazırlanıp yayımlanan Felsefe Istılahları ve Sanat Istılahları adlı kitapların hazırlanmasında büyük emeği geçti. 1915 yılında Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nde ders vermeye başladı. Fakültede mantık, felsefe, ruhiyat ve ahlak derslerini okuttu. Bir ara Darülfünun (Üniversite) rektörlüğünde de (umum müdür) bulundu.

Ahmed Naim, Darülfünunun 1933 yılında kaldırılışına ve üniversiteye dönüştürülüşüne kadar buradaki görevini devam ettirdi. Yeni kurulan üniversitelere birçok arkadaşı gibi kendisi de alınmadı. Böylece yeni dönemde kendisine görev verilmedi ve emekli oldu.

Doğu ve Batı kültürüne aşina olan ve bunları çok iyi bilen Ahmed Naim, Arapça, Farsça ve Fransızca’yı çok iyi derecede bilmekteydi. Arap edebiyatından seçtiği ve tercüme ettiği parçaları 1901 yılında Servet-i Fünun dergisinde yayımlamaya başladı. Yazılarını “Bedayiu’l-Arab” başlığıyla neşretti. Bir konuyu yazmadan önce, Doğu ve Batı kaynaklarında iyice inceler, daha sonra kaleme alırdı. Tercümelerinde de tenkit ve tercihlerini kullandı. Kuru bir tercüme yapmaktan kaçınarak taklitçiliye sapmadı. Tercümelerde çok önemli bir durum arz eden terimin tam karşılığını bulma konusunda çok titiz davrandı. Tercümelerdeki titizliği ve başarısını Georges Fonsgrive’in psikoloji kitabını Türkçe’ye çevirmede gösterdi. Bu eseri dilimize İlmü’n-nefs adıyla tercüme etti.

Ahmed Naim, hem tercümelerinde hem de yazdığı eserlerinde dili iyi kullanmadaki başarısını güzel bir şekilde gösterdi. İfrat ve tefrite kaçmadan, zamanın önemli hastalıklarından olan maddeciliğe sapmadığı gibi, eski usullerin aynen taklit edilmesine de karşı çıktı. Arapça öğreniminde olduğu gibi hadis ilminde de zamanın şartlarına uygun usullerin kullanılması gerektiğini savundu. Türkçe’yi çok güzel ve ustalıkla kullanmasına rağmen Arapçacı olmakla itham edilip tenkit edildi.

İstikrarlı bir hayat yaşayan Ahmed Naim, güzel meziyetleri ve fikirleri kimden gelirse gelsin takdir edip benimseyen kadirşinas bir sima olarak tanındı. Kendi meziyetlerini mümkün mertebe gizlemeye çalışıp, kibirden uzak dururken, düşmanlarında bile olsa güzel meziyetlere değer verip destek oldu. Hayatta iken çok iyi dost, vefatından sonra ise kabir komşusu olduğu Mehmed Akif tarafından büyük övgüler aldı. Akif onu; dinlemesini bilen, sorulmadıkça kendisinde olan bilgileri söylemeyen, sözü senet teşkil edecek kadar güven duyulan bir adam olarak tavsif edildi.

En çok hoşlandığı şeylerin başında ilim ve irfan sahibi kimselerle sohbet etmek gelirdi. Risale-i Nurda, Bediüzzaman’ın sohbet arkadaşları arasında ismi zikredilmektedir. II. Meşrutiyet döneminin yaşandığı ve ilmi müzakerelerin, neşriyatın adeta had safhada bulunduğu bu zaman zarfında, özellikle İslam’a karşı yapılan örtülü ve açıktan saldırılara karşı alimler, fikri alanında büyük mücadele vermekteydiler. Ünlü alimler, bu maksatla sık sık bir araya gelerek ilmi tartışmalarda ve sohbetlerde bulunmaktaydılar. Bediüzzaman’ın sohbet arkadaşları arasında Ahmed Naim de yer almaktaydı. Bediüzzaman’ın katıldığı toplantıları güzel bir şekilde yazıya döken Eşref Edip şunları aktarmaktadır:

“Üstadla tanışmamız kırk seneyi geçti. O zamanlar hemen her gün idarehaneye gelir; Akif’ler, Naim’ler, Ferit’ler, İzmirli’lerle birlikte saatlerce tatlı tatlı musahabelerde bulunurduk. Üstad, kendine mahsus şivesiyle yüksek ilmî meselelerden konuşur, onun konuşmasındaki celâdet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı. Harikulâde fıtrî bir zekâ, İlâhî bir mevhibe… En mu’dil meselelerde, zekâsının kudret ve azameti kendisini gösterir. Daima işleyen ve düşünen bir kafa. Nakillerle pek meşgul değil. Onun rehberi yalnız Kur’ân. Bütün feyiz ve zekâ kaynağı bu. Bütün o lem’alar, doğrudan doğruya bu kaynaktan nebean ediyor…” (Tarihçe-i Hayat, 1996, s. 541).

Felsefe ilmiyle uğraşan Ahmed Naim, Batılı iki-üç filozof dışında diğerleri tarafından Allah’ın varlığının inkar edilmediğini belirtti. Bu yüzdendir ki, Tevfik Fikret’in dalalete düşmesine anlam veremedi. Bu durumu, felsefe ilminde olgunlaşamamasına bağladı. Abdullah Cevdet’i de; büyük manevi değer ve destekten mahrum, bedbaht, ölmeye mahkum bir kimse olarak tarif etti. http://www.dinibilgiler.org/BirBileneSoralim/Aciklama/Kaynak_A.htm).

Ahmed Naim’in, üstün bir şahsiyet olduğu Ali Ulvi Kurucu’nun hatıralarında da karşımıza çıkmaktadır. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi tarafından hazırlanan ve ayan olması istenenler arasında kendi isminin de kayıtlı olduğunu öğrenince, sabahın erken saatinde hocanın evine gitti. Böyle erken saatte onu görmeye alışık olmayan hoca onu karşısında görünce şaşırdı. Hemen söze girerek duyduklarını anlattı:

“Âyan listesi hazırlanmış, benim de ismimi koymuşsunuz. Memlekete kaht-ı rical mi geldi efendim? Ben kim oluyorum ki âyan olayım? Ben bu parayı nasıl çocuklarıma yedireceğim?” (http://www.yeniasya.com.tr/2003/03/18/yazarlar/sabandogen.htm) diyerek, büyük bir tevazu örneği ve takva sahibi olduğunu gösterdi.

Irkçılık konusunda çok hassas olan Ahmed Naim, yazdığı makalelerinde İslam dininin önemli esaslarından birisinin “Müslümanlar kardeştir” düsturu olduğuna vurgu yaptı. Bir milletin arasında milliyetçilik ve ırkçılığın engellenmemesi halinde, o millet arasında kardeşlikten eser kalmayacağını ve yaşamasının da mümkün olmayacağını ifade etti. Bu konudaki samimi ve hassasiyetine karşılık; Türkçülük akımına karşı çıkması ve bu akıma cephe alması, Türk olmamasına bağlanmaya çalışıldı.

Babanzâde Ahmed Naim, 13 Ağustos 1934’te öğle namazını kıldığı esnada ikinci rekatta ve secdede iken vefat etti. Vefatı üzerine mersiye yazan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendinin oğlu İbrahim Sabri Bey duygularını; “Yurdun harabesinde bir zelzeleye meşhur / Bir burç düşmüş olmaz hâk ma’mur./ Bir ruh Arş’a çıkmış, bir ruh kırmış arzı, / Ölmüş Nâim Bey eyvah, sönmüş vatanda bir nur.” dizeleriyle kaleme aldı.

Eserleri

Tevfik Fikret’e Dair adlı eserini, Türk Ocağı’nda bir konferans veren, Tevfik Fikret’i savunmasına karşılık Mehmed Akif ve bazı İslam alimlerini eleştiren Dr. Rıza Tevfik’in bu davranışları üzerine kaleme aldı. Ahlak-ı İslamiye Esasları, bir makale olup Lahey’de toplanan Ahlak Terbiyesi Kongresi’nde sunulmak üzere hazırlanmıştır. İslamiyet’in ırkçılığı men ettiğine dair yazdığı eseri İslamda Dava-yı Kavmiyet adını taşımaktadır. Nevevi’ye ait olan Arapça eseri Kırk Hadis adıyla tercüme etmiştir. Bunların dışında, hocalık yaptığı dönemde ders olarak okuttuğu ve daha sonra kitap olarak neşredilen eserleri vardır. Ayrıca, başta Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad olmak üzere muhtelif dergilerde bir çok makalesi yayımlanmıştır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*