Kışın sert ayazları sona erdi, toprak kefenini yırttı ve taptaze bir hayat fışkırdı. Vagonlarla, sofralarla, gül uzatan dallarla geldi bahar. Ve cennetâsâ bir mevsim başladı. Muhabbetle ve müjdelerle geldi bahar…
İfsat komiteleri İslâm coğrafyasına tefrika tohumları saçıyor, bir süre sonra o topraklarda parçalanmayı netice veren zakkum çiçekleri açıyordu. Bunlardan daha vahim olanı ise, milletin ümidi sönmek üzereydi. Yeis kalpleri karartmış, milletin hamiyet duygularını öldürmüştü. Bazı ehli hamiyet insanlar bile, “Zaman âhirzaman, gittikçe kötüleşecek” diye düşünüyorlardı. Yeni bir bahara ve taze bir başlangıca ihtiyaç vardı. Mehmed Akif gibi iman dolu yürekler, “O nuru gönder İlâhî asırlar oldu yeter / Bunaldı milletin afakı bir sabah ister” diye feryat ediyordu.
“İslâm’ın son ordusu” çeşitli cephelerde bozguna uğramış, İslâm toprakları parça parça olmuştu. Avrupalılar Osmanlılara “hasta adam” derken Ruslar da İslâm’ın bir daha toparlanamayacağını düşünüyorlardı. Şeyh San’an Tepesinde Üstad Bediüzzaman geleceğe dair ümit dolu planlar yaparken, Rus polisi kendisine “Heyhat, şaşarım senin ümidine, İslâm parça parça olmuş” diyordu. Üstadın verdiği cevap ise çok manidardı: “Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimâl verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır” diyerek İslâm’ın baharını müjdeliyordu.
Hiçbir güç, gelecek baharın önünde duramayacaktı. Sancılı, acılı, zahmetli, fakat rahmetli bir süreç başlıyordu. Ehli iman ve ehli hamiyet olanların bile ümidini kesip, artık ölümü beklercesine yeise teslim olduğu bir zamanda, ufukta en ufak bir ümit ışığının görünmediği bir ortamda Bediüzzaman Hazretleri “Bir ışık, bir nur görüyorum” diye müjdeler veriyordu. Bu ne keskin bir bakış, ne büyük bir feraset idi ki, herkesin karanlığa teslim olduğu bir zamanda, uzaklardaki ışığı görüyor, gelecek baharın müjdesini veriyordu.
Ve gün geldi, o zemheri kışın ayazı yavaş yavaş kırılmaya başladı. Kalplerde ve gönüllerde iman esasları yeniden canlandı. Vatan sathı Nurların okunduğu ve okutulduğu bir mektep haline geldi. İmanın kaleleri tamir edilip eski ihtişamlı hâline getirilirken, dalâlet kaleleri bir bir yıkıldı. Asrın mânevî mimarı, görevini yapmış olmanın huzuru içinde şu müjdeyi veriyordu: “Merak etmeyiniz, küfrün beli kırılmıştır.”
Yıllarca yasaklanan Ezânı Muhammedî, tekrar vatan semalarında yükseldi. Dinî eğitim veren okullar açıldı. Din üzerindeki baskılar hafifledi, insanlar inancını daha rahat yaşar hâle geldiler. Komünizm denen inkârcı düşünce, bu vatanda tutunamadı. Risâle-i Nurlar karşısında komünizm, güneş görmüş buz gibi eriyip yok oldu. Böylece, “Cennetâsâ Bahar” İslâm ikliminde tahakkuk etmeye başladı.
23 Mart 1960 tarihinde vefat eden Bediüzzaman Hazretleri bizim dünya ve ahiretimizi teminat altına alacak Nurlar ve baharlar bırakmıştı. “Ölümüm hayatımdan ziyade dine hizmet edecek, benim bedelime Risâle-i Nurlar konuşacak” sözünün tahakkuk ettiği bir baharı yaşıyoruz artık. Üstadımızın hiçbir müjdesi ya da sözü hayâlî bir söylem değildi. Hepsi hakikatti. Zaman da bu gerçeği ispatlıyor. Yeryüzü bu baharın çiçekleriyle dolup taşıyor. Çeşit çeşit renklerde, farklı farklı topraklarda olan milletler İslâmiyet güneşi ile Risâle-i Nur rahmeti ile besleniyorlar. Filipinler, Japonya, Malezya, Rusya, Amerika, Avrupa ve daha birçok ülke bu hakikati idrak eden münevver kalplerle dolup taşıyor. Ne mutlu İslâm ikliminde bahar çiçeği olanlara..
Benzer konuda makaleler:
- Risale-i Nur içtimâî reçeteler de sunar
- Müjdeler Müceddidi Bediüzzaman, ümit şelâlesi Risale-i Nur
- Muhabbet fedaisi olmak
- Düşmez tuzağa
- Bahar Muştuları
- Kur´an´ın Mânevi Mucizesi
- “Hicaz’da olsaydım buraya gelirdim”
- Risâle-i Nur’un baharı
- İade-i İtibar
- Kışta açan bahar çiçekleri
İlk yorum yapan olun