Bahar ortasında kış fırtınası

Mevsimler mi şaşırdı, yoksa insanlar mı? Bu suâlin cevabını biraz tehir ederek, şu son bir hafta içinde ülkemizde yaşanan hadiselerin fotoğraf karelerine şöyle bir nazar gezdirelim…
Sosyetenin azgın kesimi, kılık–kıyafet azgınlığında tam da bahar–yaz sezonunu açmaya hazırlanmıştı ki, havaların seyri hiç umulmadık şekilde değişmeye başladı.

Muhtemelen, perde altında daha başka gelişmeler de oldu ki, arz û semâ yine hiddete gelip karşımıza İlâhî ikaz levhalarını çıkarmaya başladı.
İşte, son bir hafta zarfında arz ve semâ sayfalarında görünen şiddetli ikaz levhalarından birkaç nümune.

BİR: Mardin, Siirt ve Bitlis semâları kızıla boyandı. Kesifleşen toz bulutları geceyi gündüze çevirdi. Ardından, gökten toz ve çamur yağmaya başladı.

İKİ: Yurdun birkaç bölgesinde, dolu ve şiddetli yağışlar neticesinde sel felâketleri yaşandı. Dereler taştı, köprüler yıkıldı. Yollar harabeye döndü. Geniş tarım arazileri (hatta bazı mezralar) sular altında kaldı. Sele kapılan vatandaşlar oldu. Özellikle Antalya, Muş ve Batman (Sason) taraflarında can ve mal kaybı meydana geldi.

ÜÇ: Bahar ortasında şiddetli kış fırtınası yaşandı. Yurdun önemli bir bölümü yeniden beyazlara büründü. Yer yer dondurucu soğuklara sahne oldu. Çiçek açan meyve ağaçları kar altında kaldı. Yollara çıkan araçlar mahsur kaldı. Rize–Erzurum arasındaki Ovit Dağındaki karayoluna çığ düştü. Kurtarılmayı bekleyen araçlar ve yolcular, dağ başında saatlerce mahsur kaldı.

DÖRT: Meteorolojinin önümüzdeki üç günün hava raporuna baktım: Yurt geneli için yine şiddetli yağış, sel ve fırtına uyarısı var.

Bütün bunlar tesadüfî işler olamaz. Meydana gelen her hadisenin, başımıza gelen her musibetin, hikmetli bir mesaj olduğuna ve ikaz yüklü bir ders–i ibret mahiyeti taşıdığına inanıyoruz.
Cenâb–ı Hak, bizleri “umumun hatası”na terettüp eden umumî belâ ve musibetlerin daha beterinden muhafaza eylesin diyerek, mevzuya devam edelim.

Nur’un sayfalarından…

Evet, inanıyoruz ki, âlemde tesadüf yok. Her şey gibi mevsimler de İlâhî irade ile dönüyor, oluyor, bitiyor, başkalaşıyor, vesaire…
Mevsimlerin kendilerine ait bir irade kabiliyetleri bulunmuyor. Her şey emir tahtında hareket ediyor.
İnsanlara ise, İlâhî takdirle bir “cüz’î irade” verilmiş; ona göre de her hal ve hareketlerinden mesul tutulmuş.
İnsanların hal ve hareketlerinin ise, yere, göğe, hatta denizlerin derinliklerine kadar uzayıp giden bir tesir kabiliyetine sahip olduğu ve bu âlemlerde cereyan eden hemen her hadisenin beşerin hal ve davranışlarıyla bir bağlantısının bulunduğu, inandığımız kudsî kaynaklarda açıkça ifade edilmiştir.
İşte, arzî ve semavî cihetten başımıza gelen umumî belâ ve musibetlerin—fizikî izâhları bir yana—bu mânâdaki bağlantılarına birkaç misâl: (YAN, arkası lûgatçeli baskılar)
* “Çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z–zünubdur.” (Lem’alar, s. 18)
* “Kur’ân âyetinde, ‘Cehennem ehl–i küfre öyle hiddet eder ki, parçalanmak derecesine gelir’ (Mülk: 8) mânâsında olduğu tarzında, teşbih sûretinde, Nurlara hücum hatasıyla zemin hiddet eder ve hava ağlar ve kış kızar. Yani, emr–i İlâhî ile o mahlûklar vazifeleri içinde kuvvet ve kudret–i Rabbâniyenin tecellîsine mazhar olup gazab–ı İlâhîyi gösterirler. Beşeri ikaz için titrer, ağlar demektir.” (Şuâlar, s. 366)

* “Çok tecrübelerimle, umumî bir hatanın neticesinde hava ile zemin, zelzele ve fırtına ile gazab–ı İlâhîyi haber vermek nevinden hiddet ediyorlar gibi âdete muhalif bir vaziyet gösterdiler. Ben de bundan bir mânevî fırtınaya alâmet hissettim. Kalbime geldi ki: ‘Acaba yine İslâmiyet ve hakaik–i imaniye zararına bir hatâ–yı umumî mi meydana geldi?'” (Emirdağ Lâhikası, s. 310)

* “Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet–i diniyeden her vakit dergâh–ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.” (Lem’alar, s. 18)

* * *

Risâle–i Nurlarda yer ve hava hareketlerine çok ehemmiyet verilerek, buna ziyadesiyle dikkat nazarları çekilmeye çalışılıyor.
Sadece büyük çaplı olanlar değil, etrafta yaşanan en küçük, en basit hareketlerin dahi mânidar dersler, mesajlar taşıdığı ifade ediliyor.
Öyle ki, bir bardağın âniden çatlaması, yahut bir kuşun hareketleri dikkate alınıyor. Meselâ, o minik canlının pencere önüne gelmesi, içeri girmesi, bir noktada durması, söz dinler gibi davranması ve zamanlama itibariyle uçup gitmesi gibi tavırlarından dersler çıkarılıyor, basit gibi görünen bu hareketleri boş ve tesadüfî işler olmadığı ciddiyetle anlatılıyor.
Lokal çerçevedeki hal ve hareketler böylesine manidar görünürken, acaba geniş dairede yaşanan ve binlerce, hatta milyonlarca insanın hayatını etkileyen arzî ve semavî hareketlerin–hâşâ–gayesiz, mânâsız, mesajsız olduğu söylenebilir mi?
Risâle–i Nur’un belâları def eden bir mânevî sadaka hükmüne geçtiğini söyleyen Üstad Bediüzzaman, ayrıca şöyle bir müjde veriyor ve “Risâle–i Nur gizlenir, fakat sönmez” diyor. (28. Lem’ânın başı)
Bu Nur, bilerek yahut bilmeyerek söndürülmeye, perdelenmeye, yahut tatile uğratılmaya çalışıldığı zamanlarda ise,  yakında bekleyen belâ ve musibetler bir bir tezahür etmeye başlamıştır. Bunun misâlleri pekçoktur. Aman dikkat ve teyakkuz!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*