Baharı beklerken

-Yangınlar dinsin diye…-

Çok bunaldık. Çok yorulduk. Çok sensiz kaldık. Sana çok ihtiyacımız var. Çölü gül eyleyen gerek bize.

*

Dini, dili, rengi… Sesi, hevesi, cinsi, cibiliyeti… Zenginliği, fakirliği ne olursa olsun herkesin -bilsin/bilmesin- sana ihtiyacı var.

*

Bu yangınlar… Bu savaşlar… Bu acı üstüne acılar… senin şefkatli bakışına muhtaç…

*

Dünya, bu kadar mı dökülür, bu kadar mı kör kötürüm olurmuş; oldu! Bu kadar mı cehennem sûretlere büründürülür; büründü.

*

Aklımız, kalbimiz bulanık… Mevsimler bile bize uyar oldu. Ayarı bozuldu zamanların.

Saatlerin keyfi kaçık… Ağaçlar açtığına; kuşlar uçtuğuna pişman gibi…

*

Gölgeler azaldı. Seni niye çok unuttuk ki! Ellerimiz böğrümüzde kaldı. Bestesizliğin, hâlsizliğin, dilsizliğin, kabalığın, cimriliğin ortasında kaldık.

*

Daha çok ağaç dikmemiz gerekirken; daha çok ağaç söküyoruz. Bir yangında milyonlarcası çığlık çığlığa kararıyor, kül oluyor. Sen dünya gül koksun diye geldin. Ayak bastığın yerlerin adı Asr-ı Saadet oldu. Bütün güzellikler seninle anılır. Savaşları bile güldüren sensin.

*

Sen teenniyi yani ân ân yaşamayı severdin; biz aceleci olduk. Sen sükûnete bayılırdın; biz gürültücü olduk. Okumayı unuttuk nicedir. Ondan sonra oldu; n’olduysa.

*

Önce ben, önce ben… diye diye ücrette öne; hizmette geriye attık kendimizi. Kibrimiz boyumuzu aştıkça aştı.

*

Cehalete ne kadar düşman olduğunu biliyoruz da… iç içeyiz bu baş hastalıkla. Okullarda da bir çaresi yok ki bunun çırpınıp duruyoruz. Bu yüzden fukarayız. Bu yüzden sık sık kavgalar çıkıyor. Sanattan, ilimden uzaklaşmanın ağır faturalarını ödüyoruz.

*

Sık sık unutuyoruz “kardeş” olduğumuzu. Karıncaların, ağaçların, ayın, güneşin, yıldızların da kardeşimiz olduğunu anlatmıyorlar pek öyle. Düşman mı belledik ki ağaçları, kuşları, suları; yanıyorlar, kaçıyorlar, kuruyorlar.

*

Senin o çölü nasıl bahar eylediğini okuyup öğrenmedikçe… Okuyup hayatımıza bir elbise gibi giyinmedikçe… yüzümüz gülesi değil…

*

Senin gerçek kimliğini öğrenince; biz de kendimizle tanışmış olacağız. İşte o zaman, oh be dünya varmış, ahiret varmış; -ikisi de nasıl da iç içeymiş- diyeceğiz.

*

Eğilmedin; O’ndan başkasının önünde. Anladık ki insanlık böyle başlıyor. Bu yüzden çıktın Miraç’a. Avcunda konuştu taşlar. Gel, dedin; geldi ağaçlar.

*

Hira’da/n… yanıp tutuşan… kokuşan zamana gül eken adam… bir ürperişle gelir eve.

Hasretti âlem bu devlete yani saadete. Artık boyandı zamanlar sonsuz muhabbete. “Bakış…” nedir acep bir bilsem! Onun gibi bir gülsem, bir gülsem!

*

Efendim!

Seni tanımak ebedî bayramlara ermektir. Müsterih ol; burada seni seven birileri var. Seni o kadar seviyorum ki aklıma düşünce rahatlıyorum.

*

Senin hatırına yaratılan bu âleme senin baktığınca bakmanın keyfini yaşayan bilir. Senin gibi Esma-ül Hüsna gözlükleri takıp öyle bakıyorum bir papatyaya, bir güle, bir gelinciğe. Bu isimleri okurken yanında olmayı, gözlerine bakmayı, dudaklarının kıpırtısındaki o heyecana kapılmayı ne kadar isterdim.

*

Sana benzemeyi çok seviyorum. Sana benzemek; insan olmak, hayatla göz göze gelmek; bunu biliyorum. Dilinden dökülenlerin benim dilime konuvermesi sonsuz hazların adresinden başkası değil ki…

*

Senin bir adın da Serzâkir… Senden öğrendik işte o farkına varınca hayatla kol kola olmaları. Sen Esmayı bütün hislerinle, hücrelerinle söylüyordun. İşte ben de senin yanında, yolunda, o dudağındakilerleyim:

Ya Rahman… Ya Rahim… Ya Müzeyyin… Ya Mülevvin… Ya Vedûd… Ya Sâni’… Ya Musavvir… Ya Selâm… Ya Lâtif…

*

Naat

Unutmak isterdim dünyayı;

Unutmak acıları…

Seni seyretmek isterdim.

Adım adım peşinde olmak…

Seninle baksaydım bir ân gökyüzüne.

Dağlara beraber tırmansaydık.

Gözlerinde sonsuz pınar

serinliği…

Derinliği bütün zamanların…

Ben neyleyim bu kırık

dökük dünyayı;

Durma ayrılık kokuyor ellerim.

Durmadan yıkılıyor bir yanım;

Canım yanıyor canım!

Ne olacak bunca utancım?

Tacım tahtım; ne olacak?

Bana gülsün bekliyorum;

Sana gülmemiş dünya.

Durmadan çoğalıyor

aldanışlarım;

Yoruldu hayallerim;

hayal kurmaktan!

Haa; daha oturmadan;

Haydi, denilen yer burası!

Neylesem nasıl etsem;

Bu gönlümü nasıl eylesem!

Dinmez bir sevgili özlemi bu;

Bir elbise gibi giyinsem

bu üslubu!

*

Sana Geldim

Efendim; sana geldim.

Kine kana bulanmış

haldeyim…

Adımı bile unuttum.

Efendim; sana geldim.

Yaşamak nedir; bilmiyorum.

Her yanım acı, gözyaşı…

Bilirim; acılarım seninle diner.

Efendim; sana geldim!

Sen bir tebessüm tazeliği…

Baharlar, ümitler serinliği…

Ey gülden ince, gülden gül…

Efendim; sana geldim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*